blog action day 08 (blog hareket günü) bu yılın temasını yoksulluk olarak belirlemiş. mesela biz şimdi yoksulluk, tuzla'dır desek, 100'den fazla işçinin öldüğü bu 'insan öğüteci'nin siciline bakmaya taa 2004'ten, şurdan  başlasak. tuzla'nın nasıl da siyaseti aşan, 'yandaşlığı' alaşağı ediverecek apaçık sırsızlığını şimdilik şurdan okuyuversek. 'her şey mubah'çılardan olmadığımızı, yıldırım türker'in şu güzelim öfkesinden yola çıkarak biraz kanıtlasak birbirimize. şimdilik bunları sindirsek yeter. blog action day'in yoksulluk gündemi  için kafa yormaya başlamak için çok neden var memlekette..

Perşembe, Eylül 25 2 yorum
Çarşamba, Eylül 24 0 yorum

..."liberal demokratlar" ordusu bugün çanakkale direnişine, işgalciler karşısında elde silah dövüşen efelere, asker kaçaklarına, çetelere, kuvvacılara saldırıyorsa, durup bir düşünmek, derin manayı çözmek gerekir...

yukarıdaki satırların yazarı kim olabilir? hangi siyasal görüştendir sizce bu şahıs? kendine yakıştırdığı kimlik hangisidir?

A) islamcı anti-emperyalist
B) ulusalcı
C) kemalist
D) marksist
E) ülkücü

zorlandınız mı? o zaman alıntının devamını da ekleyelim. bir kaç seçeneği elemek mümkün olur belki.

...bağımsızlık talebi milliyetçilikmiş! evet, şimdilerde "sol"da pek bir revaçta bu laf. sizi köpek ruhlular sizi!.. O zaman "yaşasın ikinci bağımsızlık savaşımız!" diye ayaklanan, yerlisinden avrupa kökenlisine, melezine kadar tek yumruk olup meydanları anti-emperyalist sloganlarla dolduran latin amerika halkları da milliyetçi!..
yazar düpedüz zıvanadan çıkmış. "latin amerikalıların" milliyetçi olmadığını ileri sürüyor. oysa birinci bağımsızlık savaşlarında da milliyetçiydiler, küba devriminde de öyleydiler, şimdi de milliyetçiler. aslında yazar, "milliyetçiliğin kötü bir şey olabileceğini ima edenler köpeklerdir"  demeye getiriyor da  açık açık söyleyemiyor. ulaşamadı henüz o "güzel kafaya", rahatlayamadı bir türlü!

milliyetçiliği, milliyetçi çeteleri, milliyetçi bombacıları, ergenekonu, darbe girişimlerini deşifre eden herkesi akp ajanı sanan paranoid şizofren yazarımız, hakkında kampanya başlattığımızı sağda solda anlatan, yazan hakan gülseven'den başkası değil. takmış kafasına solculuğu, milliyetçiliğe pupa yelken açmış gidiyor. türkiye stalinist solunun öncüllerinin zerre kadar milliyetçi olmadığını iddia ederek,  buna delil olarak  amerikan emperyalizmiyle mücadele jargonunu göstererek, var olanı gizleyip  güzelliyor.

üstelik, şimdi de hakim aynı jargon stalinist solda.  zerre kadar değişmedi ki! bir fabrika  yabancılara mı satılacak,  hemen  "bu memleket bizim"  sloganı atılıyor.  bu slogan işçi sınıfının kafasındaki hakim ideoloji olan milliyetçilikten üreyip onu yeniden üretmiyor mu?  yani "bu memleketin neresi bizim yahu" sorusunun sorulmasını geciktirmiyor mu? hakan gülseven bal gibi biliyor bunu. niye ayrı duruyor? stalinistlerle, bilemem artık, başka milliyetçilerle birleşmelidir. o saldırgan bir vatanseverdir. yeri vatanseverlerin yanıdır.

Salı, Eylül 23 0 yorum

               
Goober Patrol _mind The Gap from Tom Blyth on Vimeo.

Pazartesi, Eylül 22 0 yorum

izlediğim müzik bloglarını yazmayı bir süredir düşünüyordum. bir kısmını toparlayıp "müzik blog" başlığıyla üçüncü sütunun altına ekledim. çoğunlukla alternatif müzik konularının ele alındığı bu blogların izlenmesinde yarar var. şimdi hatırlamıyorum, birinde mad season'a rastladım. bir jenerasyonun rock tutkunlarının tadı damağında kalan ve önce basçıları baker'ın, ardından da efsanevi solistleri layne staley'in ölümünün ardından "tarih " olan grubun '95 tarihli albümü above'ı ve  seattle sounduna çok şey kazandıran bu adamı anmak istedim. yandaki albüm kapağı da staley'in çizimi.

above albümünü şuradan indirebilirsiniz.

Pazar, Eylül 21 0 yorum

deniz feneri patlağıyla kudurup sağa sola çarpan lastik iktidarla, sahtekar, savaş çığırtkanı, ahlaksız burjuva medyasının kavgası var, işte şimdi tam da "yiyin birbirinizi" demenin zamanı! "üçüncü yol" işte böyle bir anda bizim yolumuz. soldaki ergenekon tartışmalarına işte böylece teğet değip asıl meseleye geleyim.

http://www.acikistihbarat.com/Resimler/Haber/deniz-feneri.jpg

merhametin kurumsallaşması 
deniz fenerinin sloganı "yüzyılın iyilik hareketi"ydi. hakikaten, yakinen biliyorum, pek çok yoksul aileye "yardımları" dokundu. ancak bu yapılan gerçekten iyilik mi? ramazan ayındayız. dört bir yanda yoksulları doyurduğu söylenen iftar çadırları. fitre ve zekat toplama kampanyaları. türk hava kurumu bile dağıttığı zarflarla fitre topluyor. sıradan inananlar bu gibi kurumlara yaptıkları yardımlarla vicdanlarını rahatlatıyorlar. oysa merhamet son derece kişisel bir duygu. şimdi merhamet kurumsallaşıyor ve samimi inananların merhamet etmelerinin neticelerini denetleyebilme, sonuçlarını görüp "mutlu olabilme" şansları da ellerinden alınıyor. merhamet kurumsallaştıkça kolpa olasılığı artıyor. bu meselenin bir yanı. asıl ahlaksızlık "komşusu açken tok yatan bizden değildir" inanışında gömük. bu inanış sermayenin egemenliğini kabullenmiştir.

korkunç kötülükler ve mülkiyet hakkı
hatırlatmaya hacet yok. yoksulluk kapitalizmin yapısal sorunu. yoksulluk sorununu çözebilmiş bir kapitalist ülke yok. yoksulluk sınırı ülkeden ülkeye değişse de böyle bir kriterin varlığı söylediğimizin kanıtı. korkunç olan, kapitalizmin bu sorunu yoksulların hayatta kalmalarını sağlayarak çözmeye çalışması.

1857'de, brüksel'de I. iyilikseverler kongresi toplanmıştı. marks'ın damadı ve ünlü "tembellik hakkı"nın yazarı paul lafargue'nin anlatımına göre, fransa'nın lille bölgesinin en zengin fabrikatörlerinden biri olan bay scrive, yoğun tezahüratlar arasında kürsüye gelmiş ve şunları söylemişti: "çocuklar için birtakım eğlence olanakları sağladık. çalışırken şarkı söylemesini ve yine çalışırken sayı saymasını öğretiyoruz onlara; eğlendiriyor bu onları ve geçimlerini sağlamak için gerekli 12 saatlik çalışmayı cesaretle kabul ediyorlar."
bir çocuğun geçimini sağlamak için gerekli olan çalışma başından beri bu sistemde var. onlara iyilik yapmak isteyen başkaları da!

yapılan şudur: özel mülkiyetin yol açtığı korkunç kötülüklerin yoksullar üzerinde yol açtığı korkunç etkileri azaltmak için yine özel mülkiyeti kullanmak.  mülk sahibi olmayan bir sınıfın soyundan geldikleri için çoğu zaman yoksulluk, bazen düpedüz açlık koşullarında yaşayan ve hayvanlar gibi çalışmak zorunda bırakılan insanların üzerinde son derece aşağılayıcı bir merhamet duygusu kılıcı var. orta sınıfların "günahlarından arınmak için" varlıklarının küçücük bir zerreciğini merhamet adı altında yoksullara bağışlamaları çok mide bulandırıcı. bu burjuvalar ve küçük burjuvalar, yoksulların ezik kalmasını istiyorlar! çünkü onlar yoksulların bir arada oluşturdukları güçten büyük bir maddi refah sağlıyorlar. yoksulların avurdu çökmüş yüzleri, sıska çocukları onların daha müreffeh geleceklerinin teminatı. hayırseverlik bu ilişkide en iyisinden romantik bir sadaka. "iyi müslümanların" traji-komik derecede kifayetsiz bir borç ödeme seramonisi. üstelik bu "borç", "ödeyenlerin" vicdanında küstahlığa yol açıyor. "yaparım da, öderim de" diyorlar içten içe ve zorbalıkları artıyor.

bu gün iftar sofralarında oturan, fenerlerden yardım alan yoksullar, zenginlerin sofrasından dökülen bir kaç kırıntıya zerre kadar gönül borcu duymazlar vakti geldiğinde. neden zenginlerin sofrasında oturmadıklarını sormaya başlarlar. el açanlar, el uzatanlara dönüşüverir. mülke uzanan el karşısında sınanır o vakit gerçek merhamet! ey hayırseverler, nereye kadar merhametiniz? biz yoksulun, zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaksızını severiz!

Pazartesi, Eylül 15 0 yorum


birleşmiş milletler çocuk fonu’na göre (unicef), kuraklık, çatışmalar ve gıda fiyatlarının artması nedeniyle doğu afrika'da 3 milyon çocuğun ölüm riski altında. unicef yaptığı yazılı açıklamada, 'bu kurak ve marjinalleşmiş bölgede 3 milyon çocuk ölüm, hastalık tehlikesi altına ya da uzun vadeli kötü beslenmenin sonuçları ile karşı karşıya' dedi.

son haftalarda bm'nin bir çok kurumu ve sivil toplum örgütleri doğu afrika'da 14 milyon kişinin ağır beslenme sorunu yaşadığı konusunda uyarılarda bulunuyor. unicef, kuraklığın yıllardır somali, etiyopya ve doğu afrika'nın bazı bölgelerinde şiddetini arttırdığını belirtiyor. gıda üretimi azalıyor ve yerel çatışmalar da artıyor. bölgedeki insani yardım kuruluşu çalışanları da çatışmalardan etkileniyor. somali'de son aylarda çok sayıda yerli ve yabancı insani çalışan saldırıların hedefi oldu. bu yıl içinde dünya gıda programı için çalışan altı somalili şoför öldürüldü. bm'ye göre 3,2 milyon somalili, diğer bir ifadeyle nüfusun yüzde 40'ı yılın sonuna kadar insani bir yardıma ihtiyaç duyuyor. bu da ocak 2008'den bu yana yüzde 77 artışa denk geliyor.

yani bir kıta hızla çöküyor. kapitalizm ebe-sobe oynuyor! antikapitalist hareketin yüzünü afrika'ya daha çok dönmesi gerekiyor...

Cumartesi, Eylül 6 0 yorum

http://www.kameraarkasi.org/yonetmenler/c/candundar/ogun/ogun_67eylul/67eylul_02.jpg


önce bir hikâye:
BİR telefon. Tanıdığımız bir polis şefi gülüyor:
"Gel, seni Nuri Baba'yla tanıştırayım!"
"Nuri Baba kim?"
"Gel, pişman olmazsın!"

Emniyet Müdürlüğü'nün bir odasında "Nuri Baba" ile tanışıyoruz; "Nuri Baba" eski polislerden, yeniler onlara "Kulağı kesik" derler. "Nuri Baba" Boğaz tarafında bir karakolda yirmi yıldır görev yapıyor, artık karakol ondan sorulur, onunla anılır olmuş, tanımadığı yok...
***
MÜDÜRİYETTEN telefon. Amirlerden biri arıyor:
"Nuri Baba, filan kilisenin papazı Yani'yi al gel!"
"Nuri Baba" Rum papaza arka çıkıyor:
"Beyim, iyi adamdır bu papaz, kötü bir şey yapmaz!"
"Nuri Baba, uzatma, hakkında ihbar var, al getir!"


Ne yapsın "Nuri Baba", papazı alır, birlikte vapura binerler, Bebek'te inecekler. Tramvayın arka sahanlığında "Nuri Baba" bir sigara yakar, Ortaköy'e gelince bir bakar ki "Papaz Yani" yok, kaçmış...
***
TRAMVAYDAN aşağı atlar, Dereboyu'nda her gördüğüne sorar:
"Papazı gördün mü?"
Kimse görmemiştir...
"Nuri Baba" yanmıştır, müdüriyette adamın çırasını yakarlar, derken karşıdan gelen bir papaz görür, koşar yakalar, papaz şaşkındır, "Nuri Baba" ihtar eder:
"Şimdi seni müdüriyete götüreceğim, kimseyle konuşmayacaksın, yoksa yanarsın!"
Papaz korkar, Sirkeci'ye, müdüriyete gelinir, "Nuri Baba" Birinci Şube'ye çıkar, zimmet defterini nöbetçi memura imzalatır, papazı teslim eder, ver elini Boğaziçi...
***
ORTAKÖY'de yakalanan papaz iki gün nezarette kalır, korkudan ağzını açamaz. "Nuri Baba" yol boyunca tembih etmiştir:
"Sorulmadan konuşma, ağzını açarsan yanarsın!"
Polisler cebindeki üç beş kuruşla ona peynir ekmek ve sigara alırlar, iki gün sonra sorguya çekilir:
"Gel bakalım papaz efendi. Adın ne?"
"Kirkor!"
"Ne Kirkor'u, sen Yani değil misin?"
"Hayır beyim, ben Kirkor'um!"
"Yoksa sen Rum değil misin?"
"Tabii beyim, ben Ermeni'yim!"
Papazın başına gelenlere sorguyu yapanlar katıla katıla gülerler. Ermeni papazı bırakıp, "Nuri Baba"yı müdüriyete getirirler.
"Nuri Baba"nın savunması müthiştir:
"Ne fark eder beyim, o da papaz, bu da papaz!"
6 eylül'e az kaldı. yukarıdaki hikâye, hikaye dediğimize bakmayın, yaşanmışlık, can dündar'ın 6-7 eylül olaylarıyla ilgili hazırladığı "o gün" belgeselinden.
1955’in 6 Eylülü. Başta İstanbul olmak üzere, İzmir ve Adalar’da Rumlara ve diğer gayrimüslimlere karşı büyük bir linç ve yağma hareketi gerçekleşti. İki gün boyunca devam eden olaylarda birçok gayrimüslim yaralanırken, yaşamını yitirenler oldu. Maddi hasar ise çok büyük boyutlardaydı. Kalabalık güruhun önüne çıkan tüm dükkânlar, kiliseler yağmalanmıştı. Devletin kolluk kuvvetleri önceden haberdar oldukları halde herhangi bir müdahalede bulunmadan olayları izlemekle yetindiler. Olayların ardından birçok Rum ve gayrimüslim, sahip oldukları her şeyi geride bırakarak yaşadıkları alanları terk etmek zorunda kaldılar. Olayların tarihsel gelişimi, eski despotik devlet geleneği üzerinde yükselen yapının yeni sahiplerinin sınıfsal ihtiyaçlarıyla örtüşmekteydi.


Kapitalist üretim ilişkilerinin yeni yeni nüfuz etmeye başladığı Osmanlı devletinin son dönemine kadar, ticaret, ağırlıklı olarak gayrimüslim tebaanın eliyle yürüyordu. Bu olgu TC’nin kuruluş yıllarında da varlığını sürdürecekti. Lozan Konferansıyla “azınlık” statüsü verilen Rumlara ve diğer gayrimüslimlere, yeni gelişmekte olan Türk burjuvazisi bir taraftan gıpta bir taraftan da açgözlü bir kinle bakıyordu. Bu “azınlıklar”ın burjuva kesimlerinin sahip olduğu servet ve mülkiyete çeşitli biçimlerde el koyma girişimleri en açık ifadesini aslında daha II. Dünya Savaşı sırasında yürürlüğe konulan Varlık Vergisi ile bulmuştu.
 diyor yazar. evet, 6 eylül'e az kaldı. ne misaferperveriz! sanki ev sahibi bizmişiz gibi!




http://cache.boston.com/universal/site_graphics/blogs/bigpicture/iraq_09_03/iraq4.jpg
nasıl bir yıkımla karşılaştı ırak? işgal ne demek? unuttuk gitti mi attığımız savaş karşıtı naraları? savaş karşıtlığı naif bir barış yanlılığı mı sadece? bir kültür imha ediliyor! dünya onun bir parçası olmuş, o'nu vareden emeklerin toplamı bir yöresini yitiriyor. o'nu yitirmesi demek, kendini sağlıkçı olduğunu iddia eden bir sahtekara emanet eden kanserli bir hastanın çaresizliği demek. kanser yayılıyor... kanıksanmaması için fotoğraf bağırıyor.

Cuma, Eylül 5 0 yorum

 islami evlilik platformuymuş!
www.allahınemripeygamberinkavli.com

şevket kazan, RP’nin kapatılma nedenlerinden olan ve 5 yıl süreyle kendisini siyasi yasaklı hale getiren bekir yıldız’ı adalet bakanı olarak cezaevinde ziyaret etmesini , ´ben tamamen iyi niyetle ve kırdığım bir gönlü tamir için yaptığım bu ziyareti, kim ne derse desin asla hata kabul etmiyorum, edemiyorum´ diyerek savunmuştu.

bilindiği gibi şevket kazan refahyol hükümetinin adalet bakanı iken hakkındaki karar henüz kesinleşmeyen, sadece tutukluluk hali bulunan dönemin sincan belediye başkanı bekir yıldız’ı cezaevinde ziyaret edince, Genelkurmay, malum medya ve bazı çevreler ortalığı ayağa kaldırmış, konu milli güvenlik kurulu’na kadar bile götürülmüş, anayasa mahkemesi’nde de kapatmaya delil sayılmıştı. acaba diyorum, genelkurmayın eruygur ve tolon paşaları cezaevinde ziyareti de bir delil sayılabilir mi?

Doğal yolla gerçekleşmeyen, modern biyoteknoloji kullanılarak,
bir organizmaya ait genin diğer bir organizmaya aktarılması işlemi
sonucu oluşan yeni organizmaya, Genetiği Değiştirilmiş Organizma
(GDO) deniyor. Bütün organizmalar DNA denilen molekülden oluşur.
Kromozomlar içersindeki genler tüm yaşamlarda ortaktır. Bir bitki de,
insan da DNA taşıdıkları için bunları birbiriyle değiştirmek mümkündür.
Kromozomların yerini değiştirdiğinizde insanlarda kanser başlıyor. Bir
gendeki bozukluk ömür boyu hastalığın çekilmesine neden oluyor.
herhangi bir canlı organizmadan bir geni alıp, ayrıştırıp, laboratuvar ortamında bir başka canlıya aktararak burada yeni bir canlı üretiyorlar. daha sonra da bu yeni canlının patentini alıyorlar. oysa, bir geni aktardığınızda doğaya, o canlıya bir bedel ödemiyorsunuz ki mülkiyet hakkı talep edeceksiniz! yapılan biyolojik korsanlıktan başka bir şey değildir.

İlk denemelerde domates kullanıldı. Domatese, soğuk sularda
yaşayan bir balığın antifriz üreten hormonu aktarıldı. Bilindiği gibi
domates sıcak iklimlerde yetişir. Erken ilkbahar ve geç sonbahara
kadar “büyüme periyodunu geliştirmek” amacıyla, antifriz domatesin
bünyesine aktarılmış. Hiçbir fark yok. Domates yiyorsunuz fakat balık
geni taşıyor. Bu da balık alerjisi olanlarda domates yediği halde bu
hastalığın nüksetmesine neden oluyor. GDO’lu ürün yiyenlerde
özellikle alerji önemli bir rahatsızlık olarak gündeme gelebiliyor.

sohbet böylece uzayıp gidiyor. şu açık ki gdo'lu ürünler konusunda hükümetler tutum almaktan kaçınıyor. bu konuya döneceğiz...

Perşembe, Eylül 4 0 yorum

hâlâ çeşitli yerlerde okuyorum. erişim yasakları şöyle delinir, böyle proxy ayarlarınızı değiştirin, şu sitelere gidip linki yazıp ulaşın falan diye. ben de birkaç kez yazmıştım youtube'a ayarsız giriş falan diye yeni bir şey duydukça. bir de bazı programların kurulabileceğini biliyordum yasaklı sitelere ulaşmak için ama deniyemiyordum, çünkü çoook uzun bir süredir windows kullanmıyordum. ee o programların da linux versiyonları yoktu. bırakmıştım açıkçası artık, teslim olmak üzereydim ki yasağa, ultra surf denen şeyi okudum bir yerde. şimdi şu resmin sırası geldi:



mesele sırf youtube meselesi değil tabii. kapitaizmi tehdit etmesi muhtemel pek çok site yasaklanıyor. saldiray yasaklılardan mesela. kandanadam'a bakarken bağlantılarından farkettim bu yasağı. özgür politika da zaten uzun süredir yasaklı. eeee dedim, yeter artık be! yasağın anlamsız olduğu, dangalak dungalak işlerle vazifeli birilerinin bu durumu göremediği apaçıkken ısrar ediliyordu. ben de hard diskimin uzun süredir uğramadığım ikinci bölümüne, windows'a istemeden geçerek indirdim gitti programcığı. bir zip dosyası halinde geliyor programcık, zırt diye de iniyor, zira sadece 204 kb. açıp çift tıkladığınızda çalışmaya başlıyor ve yasaksız bir internetle yaşamaya başlıyorsunuz, aslında sanal olsa da. program çalıştığında şöyle bir şekil alıyor. 



siz de dilediğiniz siteye girebiliyorsunuz. dosya rapid'de, şuracıkta. ama siz bununla yetinmeyin. şuraya da uğrayıp bir de yasaksız bir internet için bir imza verin. 



ilker başbuğ'un genelkurmay başkanlığına gelişinden sonra komuta kademesinde tutum değişikliğine gidildiği anlaşılıyor. genelkurmayın emekli orgeneraller şener eruygur ile hurşit tolon’un ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınması ve sonrasında iki ay boyunca hiçbir tepki vermeyen türk silahlı kuvvetleri’nin  tavrı orgeneral ilker başbuğ’un genelkurmay başkanlığı’na gelmesinin ardından değişti. kocaeli garnizon komutanı ve kara kuvvetleri komutanlığı eğitim ve doktrin komutanı korgeneral galip mendi, kandıra f tipi cezaevi’nde tutuklu bulunan eruygur ve tolon’u tsk adına ziyaret etti. üstelik  genelkurmay başkanlığı’nın resmi internet sitesinde ziyaretin ‘tsk adına yapıldığı’ özellikle vurgulandı. bu ziyaret genelkurmayın suç örgütü kurmakla suçlanan tutuklulara destek vermesi anlamına geliyor ve yargı üzerinde baskı kurmayı hedeflediği de çok açık. ergenekon soruşturmasının sunucunda dağın fare doğurmaması için darbe karşıtlarının yapacakları daha önemli bir hale geliyor. konuyla ilgili dsip’ten gelen tepki şurada.

gerilim tırmanıyor. ergenekon operasyonu kapsamındaki gözaltılar dış basında laik-kemalistlerle, siyasal islamcıların hesaplaşması olarak anıldı. pek çok yorumcu da aynı fikirde. sorunun bu şekilde ortaya konması ciddi bir basınç ve bunaltı yaratıyor.



bu hükümet çok açık bir şekilde, tüm kapitalist hükümetler gibi, işçi düşmanı. tuzla tersanelerinde olup bitenler, insan hayatı karşısında, eğer o insan bir mülksüzse ne denli duyarsız kalınabileceğini kanıtladı. "ekonomik istikrar" denen şey emekçilerin yaşam çıtasını yükseltmiyor. milyonlarca kamu çalışanı yoksulluk sınırında yaşıyor, hükümetin onlara reva gördüğü zam sadece yüzde 2. sağlık alanında reform olduğu ileri sürülen uygulamalar tam bir kaos yarattı. tarımda çöküş sürüyor. toprağa bağlı yaşayan insanlar giderek yoksullaşıyor. topraktan kopuyor, koparılıyor. genetiği değiştirilmiş tohum ithalatının önünü açan hükümet, köylüleri küresel kapitalizmin insafsız kollarına terketti. bütün bunlar gerçek, ab uyum yasaları aslen neoliberalizme yani tımarhana ekonomisine ekonomik ve politik angajman yasaları. ve bu alanda kocaman bir muhalefet boşluğu var.



yüzde 15'in sosyali, genelkurmayın demokratı chp emekten yana olmadığı için bu alan boş. akp'yi hükümetten seçimler yoluyla uzaklaştıramayacağını bilen içe kapanmacı, ab karşıtı, ulusalcı cenah, "şeriatla 100 yıl geriye gideceğimize, darbeyle 10 yıl geriye gideriz" mantığında.



dış basının dik açılı bakışının ıskaladığı şey, bu memlekette bu hükümete zımnen dahi destek vermesi mümkün olmayan ama demokrasi dışı yöntemlerle alaşağı edilmesi karşısında sessiz kalmayan insanların olduğudur. ulusalcı koro bu insanları neredeyse fettullahçı ilan etmiştir. bu ülkede demokrasinin kazanılması adına kılını bile kıpırdatmamış, hiç bir bedel ödememiş, aksine özgürlükten yana her girişimi bastırmaya çalışmış bu koro, birdenbire demokrat kesilebilmekte, tüm kavramları tarihsel yükünden kopartarak demokrat insanları gerici ilan edebilmektedir. fakat şunu da belirtmek gerekir. chp'ye oy vermiş önemlice bir kalabalık aslında kapatma girişimine karşıdır.



bu noktada antikapitalistler, ciddi bir basınçla kuşatılmıştır. ya akp'nin karşı oldukları ekonomi politikalarını savunuyor görünmek pahasına darbeye karşı demokrasiden, seçimlerden, halk iradesine saygıdan yana tavır alacaklar, ya da susup bekleyecekler. ikincisini tercih edenler var.



şu ergenekon davasının bir an önce açılması ve sonuçlanması gerekiyor. temmuz sonu, ağustos başı gibi sonuçlanacağı söylenen akp davasının sonucunu görmek gerekiyor. yani artık söylenecek sözün bizim açımızdan pek bir hükmü kalmadı. ama yine de söyleyelim. demokrasimizi beğenmiyoruz ki varız. daha gelişmiş bir demokrasiyi işçi sınıfının kadın ve erkeklerinin haklarının, bilinçlerinin ve örgütlenme düzeylerinin gelişmesi olarak anlıyoruz ve bu yüzden de darbeye hayır diyoruz. denklem bu kadar basit!



akp'yi alaşağı etmek isteyenler bizlerden çok mu hoşlanıyor diyorsunuz?

parlamentoyu kapatmak isteyenler, sendikaları açık mı bırakacaklar sanıyorsunuz? 02.07.2008

Salı, Eylül 2 0 yorum

Subscribe here