http://hire.blogcu.com/4272694/


Bienalle ilgili bir yazı yazmış ve başlığını da “binaenaleyh bienal aleyhtarıydım” koymuştum. Bu yazıyı yazmak yoktu hiç aklımda. Bienalle ilgili gelişmeleri izleyecek ve değerli bulduklarımı duyuracaktım. Dün bir de baktım ki birileri hakikaten bienal aleyhtarı oluvermiş.
Neymiş, küratör Hau Hanru, bienal kataloğunda, benim de beğenip yayımladığım yazısında, Türk devrimi için “tepeden inmeci” demiş. Efendim nasıl dermiş! Atatürk bi kalksa var ya, naparmış bu çinli çocuğa! Gazetelerin okuyucu yorumlarında baktım da, zaten Çinliler memleketi ele geçirmeye çalışıyormuş mallarıyla, Çin malları boykot edilmeliymiş falan fıstık. Bunlar en delileri.
Bi de en fıstıkları, en akıllıları, Sanat tekelcileri ayaklanmış.Marmara Güzel Sanatlar'ın sn. haşmetli dekanı, tebası olan 130 küsur akademisyen adına bi açıklama yaparak Hanru'yu şiddetle kınamış. Geçenlerde entivi'de bi mhpli vekil, “şiddetli bi uzlaşmaya ihtiyacımız var” diyordu, onu hatırladım! Şiddet ve uzlaşma! Dili sürçmüştür mutlaka! Neyse dağıtmayalım konuyu. Ama dağıtmamak ne mümkün. Mümkünsüz yani.
Bi kere bu haşmetli bayan dekan nasıl oluyor da 130 küsur akademisyen adına açıklama yapabiliyor. Neymiş, konsey kararıymış. 3-5 kişi almış yani kararı. Haşmetiye buyurmuş ki, karara katılmayanlar isimlerini onlara iletecekmiş, onlar da medyaya bu karara itiraz edenlerin isimlerini verecekmiş. Vallahi atmıyorum. Dileyen 27 Eylül tarihli Milliyet'e baksın. Ya bu Eylül ayı tuhaf yapıyo birilerini...
Şimdi sayın sanat kraliçem, bu isimler kek mi sana adını versin? Bu yaptığın baskı değil mi canım kraliçem? Bu bir. Sonra sen, siz yani sayınım benim, 130 akademisyen adına açıklama yaparken, tam da Hanru'nun eleştirdiği o “tepeden inmeci”lerden olmuyor musunuz? Oluyorsunuz. Üstelik kınıyorsunuz. Neyi peki? Hanru'nun fikirlerini. E, bize ne peki? Bize ne olur mu hiç?
Kaçmıyor kraliçem bizden. Siz, tam da Türkiye neydi o orası mı burası mı, hah hatırladım “Malezya olur mu?” tartışmaları yaşanırken, mahalle baskısı “başı açıkları kapatır mı?” korkusu memlekete yayılırken, yayılmaya çalışılırken çıkıp milliyetçiliğin adına aldınız sözünüzü. Türütlerin, Ariflerin kafasının basamayacağı bi yerden duyurdunuz bizlere sesinizi, bienalden. Tebrikler, zamanlama mükemmel....
Şimdi müsaadenizle konuya yaklaşalım. Ne demiş Hanru? Aynen alıntılıyorum yazısının ilgili pasajını. 1 no'lu bölümün tamamını almadan anlayamayacağımız için, affınıza sığınarak, işlendiğini iddia ettiğiniz kabahate ortak olarak alıyorum.

“Küresel savaş çağında yaşıyoruz.
Bu savaş, çatışma ve çarpışmaların büyük bölümü gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşiyor. İmparatorluk'un merkezi dünyanın geri kalanına acımasızca şiddet ihraç etti. Öte yandan, sömürgelikten çıkma ve bağımsızlık aşamasından modernleşme ve küreselleşme aşamasına yapılan zorlu geçişte gelişmekte olan dünyanın karşı karşıya bulunduğu bir zorluk da söz konusu.

Üçüncü Dünya, batılı olmayan dünyanın uzun sömürgelik yıllarından sonra bağımsızlaşma, kendi ulus devletlerini, kendini tanıma, bağımsızlık ve eşitlik ilkeleri temelinde icat etme projesiydi. Modernleşme tam da bu hedefe giden yol haline geliyor ve çoklu modernlikler bu yolun ideolojik ana hatlarını sağlıyor.

Dolayısıyla Üçüncü Dünya, tanımı itibarıyla küresel bir proje. Kitleleri, Üçüncü Dünya için mümkün tek yol olarak modernleşmenin önemine ikna etmek için elit sınıfın “daha aşağı” sınıfların, silahlı kuvvetlerin ve uluslararası yardımın kabul, işbirliği ve desteğine bağlı modernlikleri ve reformları dayatmanın tepeden inme modellerine başvurması gerekmektedir.

Bu dayatma genellikle şiddetli ve diktatörce olmuştur ve halkın hayat koşullarındaki soysuzlaşmaya egemen sınıfların ayrıcalıklarını protesto ederek tepki göstermesi, IMF ve Dünya Bankası gibi liberal kapitalist güçlerin dış ve uluslararası aracılarına karşı kitlesel hareketlilik ve protestolarla direnerek toplumsal haklarını geri alması gerekmektedir. Bu toplumsal hareketlilikler aynı zamanda uzun süredir “gömülü”, sağ milliyetçilik, etnomerkezcilik, ırkçılık ve dini tutuculuk gibi bir çok muhafazakar ideolojiyi ve değerleri de uyandırdı ve bu grupların “yeniden doğması”na ve kritik toplumsal boşluklar içerisinde popüler olmasına izin verdi.

Üçüncü Dünya şimdi bir çelişki ile karşı karşıya; “yeniden doğuş”a varabilmek hem bir kriz hem de bir hedef haline geldi. Kilit soru, batılı olmayan dünyanın hala, liberal kapitalizmin sürüklediği ve Batılı güçlerin tahakkümü altındaki küreselleşmenin doğurduğu zorluklar karşısında etkili modernleşme ve modernlik modelleri icat edip edemeyeceği.

Batılı olmayan ilk modern cumhuriyetlerden ve gelişen dünyanın kilit oyuncularından biri olarak Türkiye'nin tarihi ve son dönem konumu bu yöndeki en radikal, çarpıcı ve etki uyandıran vakalardan birini oluşturuyor. Ancak can alıcı bir sorun, Kemalist proje tarafından savunulan modernleşme modelinin yine de sisteme dahil bazı çözülemez çelişkiler ve ikilemlerle dolu, tepeden inme bir dayatma olması: reformların, devrimci birer araç olarak gerekli olmalarına rağmen yarı-askeri bir şekilde dayatılması demokrasi ilkesine aykırıydı; milliyetçi ideoloji evrensel hümanizmin benimsenmesine aksi yönde işledi ve toplumsal bir elit önderliğindeki ekonomik ilerleme toplumsal bölünme üretti. Popülist siyasi ve dini güçler, taleplerini toplumun “taban”ında yeniden oluşturmayı ve yönlendirmeyi ve bu talepleri kendi çıkarları yönüne çevirmeyi başardılar.
Bu küresel savaş ve liberal kapitalizmin küreselleşmesi çağında, modernleşme ve modernlik tartışmasına tekrar can vermek ve toplumsal gelişmeyi iyileştirecek eylemci öneriler ortaya koymak imkansız değil, üstelik gerekli. Bugün modernleşme yerel koşullar ve ideallerle ilişkili çeşitli modeller üzerinde, ve bireysel yerellikler ile “küresel” arasındaki uzlaşmaların alanında gerçekleştirilmeli. Başka bir deyişle,Türkiye toplumunu mevcut çelişkili durumundan çıkarmak için, bireysel haklara ve hümanist değerlere saygı üzerine kurulu, aşağıdan gelen, gerçekten demokratik bir modernleşme ve modernlik projesi gerekmektedir.Bu geçiş halindeki küresel durum için de geçerli...


Bu metnin açıkça işaret ettiği iki şey var sn. Kraliçem bence. Biz yoksul insanları ilgilendiren... İşte benim aklımda kalanlar şunlar, Hanru'nun “bildirisini” okuduğumda yeniden:

1- Sağ milliyetçilik, etnomerkezcilik, ırkçılık ve dini tutuculuk gibi bir çok muhafazakar ideoloji ve değer uyandı ve kritik toplumsal boşluklar içerisinde popüler oldu.

2- Halkın hayat koşullarındaki soysuzlaşmaya egemen sınıfların ayrıcalıklarını protesto ederek tepki göstermesi, IMF ve Dünya Bankası gibi liberal kapitalist güçlerin dış ve uluslararası aracılarına karşı kitlesel hareketlilik ve protestolarla direnerek toplumsal haklarını geri alması gerekmektedir.

Bir itirazınız mı var kraliçem, duyamıyorum, kulaklarım uğulduyor! Baskın olsun sesimiz diyor sokaktakiler, yeter artık diye bağırıyor çocuklar İncirlik'ten, yeter korkuyoruz uçak seslerinden, Şemdinli'den genç bir anne yeter diyor, vermem diyor, dağa da vermem diyor askere de göndermem, sizi duyamıyorum kraliçem...

Ben birden “Türkiye Arjantin olur mu?” tartışmalarını hatırlıyorum, Hau Hanru'yu okurken...

Cumartesi, Ekim 27

0 yorum

Yorum Gönder

antikapitalist hava sahasındasınız, türbülans ihtimalini gözden çıkarmayınız...