blogger yorum yönetim servisinde geçici olduğunu umduğum bir arızadan dolayı gelen yorumları yayımlayamıyorum. çare olarak son yazı altına foxy'den gelen yorumu ekliyorum.
Dergi yırtmak, kitap yakmak
1920'lerin ortasından itibaren Rusya'da iç içe geçmiş devlet ve parti aygıtını gasp eden stalinist bürokrasi Ekim Devrimi'ni savunan Troçki ve Sol Muhalefet militanlarına karşı savaş açtı. Toplantıları basıldı ve yasaklandı. Çıkardıkları yayınlar yasaklandı. Vurulup öldürülmeyenler Gulag Takım Adaları'na sürüldü, çoğu orada açlık grevinde öldü. Troçki stalinist basın tarafından "Yahudi şeytan" olarak tanıtıldı, kitapları ve Troçkist yayınlar meydanlarda yakıldı. Bir sosyalist yayını, düşüncesini beğenmediğin yırtmak, sol içi şiddet, Red'in yaptığı gibi kendi dışındaki bütün muhalif güçlere karşı rekabet içinde olmak ve onları itibarsızlaştırmak için saldırganlık yapmak düpedüz stalinist bir tutumdur. Bir devrimci Marksist, kaba kuvvete, erkekçe güç gösterilerine, cinsiyetçi bir dile değil devrimci fikirlere güvenmelidir. Yanlış bir fikrin varsa çıkar sen de doğrusunu söyler ve yaparak karşısındakini ya da seslenmek istediğin kitleleri kazanırsın. Red bunun tam tersini yapıyor, çünkü savunduğu fikirlerin Troçkizmle bir ilgisi yok.
Bir Troçkist darbe savunuculuğu yapıp, Kürt sorununda sosyal şovenizmi savunup, dindar kitleleri aynı Bush gibi islami-faşist olarak görebilir mi? Yanıt açık ki hayır.
Troçki ve Lenin, proleter devrimi boğmak ve bizzat kendilerini kurşuna dizmek kararında olan geçici hükümetle devri ezmek için yürüyen General Kornilov arasında tarafsız kalmadı. En gerici parlamentonun bile diktatörlükten daha iyi olduğu 'sol komünism bir çocukluk hastalığı'nda yazılmıştı. 1917 Eylül'nde Bolşevikler her yer ve Sovyetlerde Kornilov darbesini durdurmak için savunmaya geçtiler. Kornilov yenildi. Ekim'de tarihin ilk muzaffer sosyalist devrimi oldu. 1917 yılının başında küçük ve etkisiz bir parti olan Bolşeviklerin yılın sonun işçi sınıfının, Sovyetlerin, yoksul halkın tam desteğini kazanmıştı.
Sosyalistler bu yoldan yürümelidir. Troçki'nin Faşizme Karşı Mücadele'sinde uzun uzun anlattığı birleşik işçi cephesi politikasını attıkları her adımın merkezine koymalıdırlar. Bugün darbeye karşı çıkmak, düne kadar solun tabanında yer alan işçilerin ve yoksulların AKP'den geri kazanılmasının tek yoludur.
Red kime sesleniyor?
CHP, MHP, ADD, İP gibi ulusalcıların belirlediği yüzde 20'lik Kemalizm yanlısı orta sınıflara mı? Yoksa toplumun çoğunluğuna, geride kalan yüzde 80'e mi? Açık ki ilk gücün, cumhuriyet mitinglerini yapanların yanında, bu yüzden Ergenekon'a ve darbeye karşı çıkan sosyalistlere karşı küfür kampanyası yürütüyor. Genç redçiler size soruyorum: Sosyalizm çoğunluğun kendi çıkarları için kendi kurutuluşu için bilinçli eylemi değil midir? Manifesto böyle yazar. Bir sosyalist kendi halkının büyük çoğunluğunu düşman olarak görebilir mi? Üstelik bu halkın içinde devrimin biricik öznesi olan Türkiye işçi sınıfı dururken. Her türden devlet baskısına, darbelere, diktatörlüklere, faşizme ve stalinizme karşı direnmiş troçkist gelenek asla generallerle, kemalizmle, militarizmle uzlaşmaz. Haklı bir mücadele veren Kürt özgürlük hareketini ulusalcılar gibi "emperyalizmin ajanı" olarak göstermez. Lenin'in ulusların kendi kaderini tayin hakkı anlayışıyla yaklaşır. Ezilen ulusu koşulsuz olarak destekler, kendi ulusunun milliyetçiliğini eleştirir.
Milliyetçilik, cinsiyetçilik, lumpenlik, darbe şakşakçılığı ve devrimcileri karalama kampanyası. Red'de bunların hepsi var, Troçkizm yok.
Genç redçiler Hakan Gülseven'e sorun: Bugüne dek bir eylem örgütledin mi? Cafe ve bar köşelerinde bizle buluşup konuşmaktan, bizleri bir hiyerarşiye dizip birbirimizle konuşturmaktan, internette yazıştırmaktan, başka sol güçlere karşı kışkırtmaktan başka ne yaptın? Neden eylem yapmıyorsunuz, sokağa çıkmıyorsunuz, oturduğunuz yerden mücadele eden insanlara çamur atıyorsunuz? Bir troçkist oturduğu yerden konuşanlara sadece lafazan der, çünkü o militandır ve hareketi inşa eder.
red’in politik gündemi:DSİP!
1990ların hemen başı. yanılmıyorsam darbe sonrası ilk izinli 1 mayıs kutlaması. ankara'da, etlik, kasalar'dayız. imara kapalı, insansız, bomboş, toz toprak içinde bir arazi. iki üç bin solcu başbaşayız. doğu bloku çökmüş. sol yetim gibi. sloganlar kararsız. hakan gülseven'i oradan anımsıyorum. elinde kırmızı bir bayrak elektrik direğine tırmanıyor. bayrağı diğer solcuların bayraklarından daha yukarıda artık. kuşlara daha yakın.
yine o yıllar. biz az sayıda sosyalist, sosyalist işçi (Sİ) dergisini çıkarıyoruz. sınıf mücadelesini merkezine alan bir yayın politikamız var. kürtler ayakta. kirli savaş tavan yapmış. onlara destek olmaya çalışıyoruz. sovyetler altüst olmuş. sol büyük bir ufalanma yaşıyor. "sosyalizm çöktü" propagandasıyla başetmeye çalışıyoruz. çökenin sosyalizm değil bürokrasinin iktidarı altındaki devlet kapitalizmi olduğunu ileri sürüp tartışıyoruz. yanı sıra üniversitelerde faşistlerle boğuşuyoruz. dil-tarih'in yakınlarında yoldaşlardan birinin çay ocağı var, okulda ya da "sendika rutininde" değilsek oradayız. sürekli devrim'i, faşizme karşı mücadele'yi, sonuçlar ve olasılıklar'ı, rusya'da devlet kapitalizmi'ni tartışıyoruz.
hakan da arasıra uğruyor çay ocağına. öylesine sekter ve pervasız ki tartışmalarında, bir keresinde bizim dergiyi, Sİ'yi yırtıp çöpe atıp tüyüyor mekandan. bir şeyler gevelediğini duyuyoruz, asabiyetine alışık olduğumuzdan delirdi deyip geçiştiriyoruz. attığı şeyin bizim dergi olduğunu çöpteki buruşturulmuş tomarı açıp baktığımızda farkediyoruz. deliye dönüyoruz ama iş işten geçmiş, hakan tüymüş çoktan. o mücadeleyi böyle bir şey sanıyordu o yıllarda. ateşli ya da tutkulu bir devrimcinin heyecanıyla değil, bilincini yitirmiş birinin heyecan nöbetleriyle davranıyor, provokatif tutumlarla daha çok da kendi soluyla mücadele ediyordu.
şimdi de pek değişmemiş. radikal'de yazdı bir süre. "argonun güzeli" diliyle popüler olmaya çalıştı. bir ölçüde başardı da. leman'a terfi oldu. leman'da nihat genç'ten kalan boşluğu doldurdu. nihat'ın ilk döneminin devamı gibiydi. bu arada leman basın yayın'ın yayımladığı red adlı dergiyi çıkardı. hakan sağolsun, red'in son sayısını Sİ'ye ayırmış. belli ki red ekibi toplanmış ve dergimizin ağustos sayısını Sİ'ye ve devrimci sosyalist işçi partisi'ne (DSİP) ayıralım, hakettiler demişler.
lolipoplar ve değişimin yolu
ilk yazı ümit dertli'den gelmiş. dertli, bürokratik kast ile hükümet arasındaki gerilimin bir amerikan operasyonuyla uzlaşmaya vardırıldığını, operasyonun adının ergenekon olduğunu söylüyor. darbe girişimine karşı mücadele eden Sİ'yi ise sol liberal zibidiler olmakla suçluyor. ona göre yuvarlak dövizler ukrayna'da ortaya çıkmış ve bu dövizleri kullananlar temiz toplum şakşakçılığı yapıyormuş. bunu yapmak alçaklıkmış, haysiyetsizlikmiş. yahu bu ne komik bir ithamdır. o dövizler grafik sanatçısı erkman tarafından tasarlanan "ırak'ta savaşa hayır" rozetlerinin yaygınlaşması sonucu, o rozetlerin birebir aynısının döviz olarak kullanılabileceği fikrinden doğmuştur ve savaş karşıtı hareketin alamet-i farikası olmuştur. daha sonra sendikalardan kürtlere kadar çeşitli muhalefet grupları benzer yuvarlak dövizleri kullanmıştır ve hâlâ kullanıyorlar. ümit dertli darbeye karşı binlerce insanın sokağa dökülmesine öylesine dertlenmiş ki eleştirisini seviyesizlik düzeyinde bir bilgisizlikle şaklatmış. darbeye karşı parlamentonun savunulması nerede ve nasıl iktidar partisine şakşakçılık olmuş, hangi marksist lider böyle boktan bir şeyi savunmuş, bilgi yok. dikkat edelim. red takımı zırt pırt parlamentonun emekçilerden oluşmadığını falan anlatıyor. gerizekalıların dahi bilebileceği basit bir gerçeği böbürlene böbürlene anlatıyorlar. biz ne zaman parlamentoyu, parlamentarizmi savunduk, çıkıp açıklasınlar! Sİ'nin temel sloganlarından biri, "değişimin yolu parlamentodan değil, devrimden geçer" olmuştur. parlamentarizmi savunmak ile darbe girişimleri karşısında parlamentoyu savunmak aynı şeyler değildir. aynıymış gibi göstermek halkı apolitikliğe iter, nasılsa bu meclis boktan, öyleyse oturalım kıçımızın üzerinde demek olur ve solu ve işçi sınıfı muhalefetini paralize ederek egemenlerin kucağına oturtur.
yanıtsız sorular
ikinci yazı yavuz alogan'a ait. alogan'ın ne önerdiğini çok anlamadım. o, soldaki birilerinin "tsk zayıfladığında demokrasi bülbüllerinin şakıyacağını" sandığını iddia etmiş. tsk'nın etkisinin zayıflamasını hiç istemediğini buradan anladım. nitekim ergenekonun tsk içindeki ulusalcıların sivil uzantılarıyla birlikte tasfiye edilmesi amacını taşıdığını ve bunu abd'nin istediğini anlatıyor. kendisi hiç istemiyor. işte bunlar olurken birileri "tehlike darbe mi akp mi" diye tartışıyormuş. ne kadar da safçaymış. yani aslında darbe düşüncesi, günlükleri falan yokmuş. bombalar falan patlamamış. veli küçük gibi ulusalcı paşalar kirli savaştan beslenip kudret falan kazanıp darbe planlamak dahil pis işlere bulaşmamış. yavuz alogan küçümseyerek sorduğu soruyu yanıtsız bırakmış: "susurluk'ta sokaklara döküldünüz de ergenekon'a niye sessiz kalıyorsunuz?" yani bu kirli ilişkilerin tüm çıplaklığıyla ortaya dökülmesine neden katkıda bulunmuyorsunuz? neden bu operasyonun tavsaması, olası mutabakatlara bağlı kalması ihtimaline karşı tüm darbecilerin, kirli savaş tacirlerinin ipliğini pazara çıkaracak geniş kapsamlı bir kampanyaya başlamıyorsunuz?
Hıdır Ateş yazısında bir cevap vermiş: onlar saf değilmiş, zaten darbeye karşıymışlar ve bunu katıldıkları toplantılarda dile getiriyorlarmış. aferin hıdır, solculuk işte budur, siz devam edin. ha unutmadan, gerçi onları savunmak bana düşmez ama bilgin olsun diye söylüyorum. genç siviller barış meclisi'nin "kürt sorununda demokratik çözüm" eylemine katıldılar ve bu 1 mayıs'ta taksim'e çıkmaya çalışan kalabalığın arasında da yer aldılar. hani demişsin ya "sizi gidi genç siviller, ben sizin gibi demokrasi aşıklarını 1 mayıs'ta taksim'de, kirli savaşa hayır eylemlerinde görmek istiyorum" diye. önce biraz oku, araştır, kafanı kaldır hıdır!
teorik zayıflık, saldırgan pratik
Sİ hakkındaki ana yazı orta sayfada asıl. yazarı mahir ükünç. mahir, Sİ yazarı ve DSİP genel başkanı doğan tarkan'ın taraf gazetesinde yayınlanan "tehlike akp mi yoksa darbe mi?" adlı yazısından alıntılar yaparak sözde bir eleştiri geliştiriyor. doğan o yazısında akp'nin sonuçta bir sermaye partisi olduğunu ve ona uygun davrandığını, bu yönüyle esasen önceki sermaye partilerinden bir farkı olmadığını savunuyordu. imf politikaları, kadrolaşma, işçi sınıfına karşı takındığı vahşi tutum itibarıyla falan. buna emperyalist savaş konusunda alınan tutumu da ekleyebiliriz. körfez savaşı döneminde özal'ın duruşunu hatırlayın. ükünç bir farkın olduğunu savunuyor ve başlıyor teorilemeye: "piyasa şimdi tamamen uluslararası finans kapitalin emir-komutasında hiçbir yasal sınırlama-denetime tabi olmadan ulus devletten pazar devlete dönüşmüş ülkeleri iliğine kadar sömüren, farklı bir biçimde kendini yeniden üretmiştir." breh breh! çok dramatik. ilik milik sömürüsü varmışmış. ulus devletten pazar devlete geçilmişmiş. yahu saf olma be kardeşim! kim anlattı bu "ulus devlet bitti" masalını da sen inandın? fukuyama mı? o bile vazgeçti be! piyasa finans kapitalin denetimi altındaymış. sana yeni mi danketti bu? bir de şuna bakın n'olur: "farklı bir biçimde kendini yeniden üretmiştir." nasıl farklı, hani sen zaten onu anlatacaktın? katıksız bir sömürü varmış, bunun aracı da emperyalist saldırganlıkmış. bu mu yeni olan, fark bu mu? ıkına ıkına bu mu çıktı? bu mu senin teorileyebilme kuturun? başlığa öyle atacaksın "sol liboşların ahmaklığı, akp'nin kıçında demokrasi sondajı" falan diye, nazari çapın buna mı yetecek ükünç? ükünç doğan yoldaşın "ergenekon yetersizdir" diye yazdığını da aktarmış. ama parlamentoya ordudan, yargıdan vesair atanmışlardan gelecek müdahalelere karşı olduğunu beyan eden ve bunun hakkını veren solcuların neden akp'ci olduklarına tek satırla açıklama getirmeden aklınca sosyalistlere sıçmış sıvamış. doğan'ın demokrasi denince, baskın oran kampanyasına atıfla, ezber bozan dürtülerinin esiri olduğunu yazmış. ama gerekçesi yok, sallamış. okuyunca göreceksiniz, yazısının tamamı böyle. bir alıntı yapmış ve cık cık demiş o kadar! en komiği de şu. şöyle yazıyor utanmadan: "kemalist devlet mekanizması çok gaddar ve anti-demokratik de, bunun muarızı akp çok mu demokrat? eşcinsellere, sendikalara, sivil toplum örgütlerine, ifade-örgütlenme-dernek kurma hakkına çok mu saygılı?" kim bu gerzekçe soruya evet diyor? ben böyle bir solcuya rastlamadım. iyi duble yol yapıyor, ekonomik kriz yok en azından falan diyenler var da, kim üküncü kandırmış? ükünç bir de Sİ taraftarlarını ellerini tek bir çakıl taşının altına koymamakla suçlamış ki, insanın "bi git ya" diyesi geliyor gerçekten. burada anlatmaya lüzum da yer de yok, açsın, Sİ arşivini okusun! hangi kampanyaların altında imzası olduğunu, hangi kampanyaların çağırıcısı ve örgütleyicisi olduğunu görsün.
provokatörün terbiyesi olmaz
bu sadece ve doğrudan Sİ yazarlarını hedef alan zayıf yazı, küstahça fakat yine de eleştirel sayılabilir. bir de şuna bakalım. burak sönmezer adlı ‘insan’ neler söylüyor hızlandırılmış ergenekon kursu başlıklı zırvalamasında. hiç dokunmadan aktarıyorum: “seneler önce ilk gördüğümde vücuduyla kafasının orantısızlığı hemen dikkatimi çekmişti. neye benziyor, neye benziyor? diye düşünüp durmuştum da 3-5 sene evvel, neye benzediğini bulamasam da kime benzediğini keşfetmiştim. peyami safa. evet peyami’ye benziyordu. onun sakallısıydı. üstelik abuk sabuk politik tutumları da peyamiyi andırmıyor değildi. bir nevi fırıldak! troçki’nin temel tezlerini hem reddedip, hem troçkist olduğunu iddia eden kimlik bunalımındaki bir politik akımın Türkiye temsilcisi. işçi kitlelerinin yönelimi değişiyor diye bir o partiye (zamane shp’si) oy isteyen, bir bu partiye yanaşan (zamanın akp’si) zattırı zutturu bir siyasi çizginin müellifi. şimdilerde taraf yazarı, akp savunucusu, darbe karşıtı zat… bu kadar şeyi şunun için yazıyorum. yeni dikkatimi çekti, üstat ahmet haşim, peyami safa’nın tipini tarif ederken diyor ki, ‘çekirge vücudu üzerine koyulmuş at kafası.’ işte sana doğan tarkan!..” şimdi bu nedir? nasıl bir apolitiklik, nasıl bir provokasyondur. bu satırların yazarının solcu olması mümkün müdür? bir insanın fiziksel özelliklerinin kendi çarpık bakışınla gördüğün orantısıyla dalga geçmek, o fizik orantısız bile olsa, en basitinden ayrımcılık, atletik ırkçılık değil midir? bu burak ‘insanına’ söylenecek başka söz yok! kimin ve hangi yaklaşımın zattırı zutturu olduğu çok açık. dünya genelinde onbinlerce üyesi olan etkili bir devrimci marksist politik çizginin, uluslararası sosyalizm akımı’nın türkiye temsilcisi DSİP’in genel başkanının politik tutumunu peyami safa’nın politik çizgisine benzetebilecek kadar travmalı bir beyin onunkisi.
okun ucu meselesi
ilgili son yazı bizzat hakan’dan. hakan güngören bombalarının cia-mossad işi olduğunu yazmış. haklı olabilir. rusya’nın işi de olabilir. hakan’a göre bombaları koyanlar “akp kapatılamaz” mesajını iletmiş. şimdi DSİP ve Sİ de “akp ve dtp kapatılamaz” diyor ya, bunu demek fettullahçıların peşine takılmakmış, cia istasyon şeflerinin ağzıyla konuşmakmış. bir de Sİ bu takılmanın üstünü örtmek için bolşevik liderlerden alıntılar yapıyormuş. yani biz akp bir darbeyle alaşağı edilmek istendiğinde susmalıymışız. yüzde 47 zaten şuursuzmuş, onların oyları önemsizmiş. bizim asıl meselemiz abd emperyalizmi olmalıymış. yani hep yazıyorum, ne kadarsa o kadar demokrasiyi savunmak ve sınırlarını genişletmek için mücadele etmek boş işlermiş. biz bu darbe marbe işleriyle uğraşarak bilinçli olarak emperyalizm olgusunu gizliyormuşuz. vallahi hakan sağolsun, bunları yazarak emperyalizmin ipini pazara çıkarıvermiş.
neyse, şimdi size red’de politik olarak doğru bulduğum tek yazıdan, “doğru devrimci tutum işte budur!” hayretiyle okuduğum “odtü’nün gerçek sahipleri” başlıklı haber-yorumdan sözedip bitrmek istiyorum. hakan da odtülüdür ya, o bakımdan dikkat çekici. biliyorsunuz melih gökçek odtü yerleşkesindeki binaların pek çoğunun kaçak olduğunu ve yıkacağını söylemişti. rektörlük konuyu mahkemeye taşıdı. medyada boy gösterdi. o güne dek odtü öğrencilerinin muhalefet ettiği rektörlük aslında haksız da olabilirdi. fakat mevzu bu değildi. meselede odtü öğrencileri de taraftı. habere göre 21 temmuz akşamı 100 öğrenci bir forumda buluştu. öğrenciler rektör ural akbulut’a muhalifti. bundan sonrasını aynen alıntılıyorum: “güvenilmeyen iki tarafa da eşit mesafede durma kaygısıyla apolitik bir konuma düşmek yerine gündemdeki açık ve somut tehlikeyi oluşturan gökçek ve onun belediyecilik anlayışıyla mücadele etmek, meselenin eksenine gökçek’i yerleştirmekte anlaşıldı. ikincisi ise ural akbulut’un kendisine duyulan rahatsızlık üzerinden, rahatsızlığın kendisinin ilan edilmesi yerine gökçek’in karşısına bir özne olarak dikilmek, mücadelenin bayrağını okulun gerçek sahipleri olarak ele almak şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım oldu. eğilim, okun ucunu tehdidin geldiği yöne, gökçek’e doğru sivriltmekti.” okun ucunu tehdidin geldiği yöne doğru sivriltmek… işte Sİ’nin yaptığı tam olarak budur. sivil ve asleri bürokrasiden, darbe tezgahçılarından yönelen tehdide karşı durmak. iki tarafa da eşit mesafede durma kaygısıyla apolitk bir konuma düşenler ringin dışından oklarının ucunu devrimci sosyalistlere yöneltmişlerdir.
32 sayfa boyunca edilen küfürler şunlardır: liberal solcu zibidiler, akp şakşakçıları, alçaklar, ahmaklar, haysiyetsizler, öküzler, aptallar, fırıldak, zattırı zutturu, at kafası, güruh, üflenti ! aynen iade etsek mi? yok ama ayıptır! bu üslup kesinlikle sola ait olamaz. kesinlikle provokatiftir. leman yayıncılık bu rezaletin sorumluluğunu taşımaktadır. leman’ın sahibi tuncay akgün sola kürsü olmak adına red’i yayımlıyor olabilir ama o kürsünün devrimcilere hakaret etmek için kullanılmasına göz yumarak, izin vererek ileride vebalini taşıyacağı bir hatanın içine girmiştir.
lafı fazla uzatmaya gerek yok. Sİ yolunda yürümeye devam edecektir. darbeye karşı 70 milyon adım’da, ırkçılığa ve milliyetçiliğe dur de’de, küresel eylem grubu’nda, küresel barış ve adalet koalisyonu’nda, sosyal forumlarda, tuzla’da ölümlere son ve mahalleden meclise kampanyalarında… antikapitalist, devrimci, kitlesel yeni bir sol parti yaratma mücadelesinde. bekleriz.
osmanlı'da ilk üniversite 1849 yılında açılır, yeterli öğrenci ve öğretmeni olmadığından kısa süre sonra kapanmak zorunda kalır. başka başarısız bir denemeden sonra kalıcı olabilen ilk üniversite ise 1900'de II. abdulhamit döneminde kurulur. baskıyla geçen, anayasanın askıya alındığı 24 yılın sonunda 1908 devrimi gelir ve darülfünun'un önü bir miktar açılmış olur. 1908'de 500 civarında olan öğrenci sayısı, 1912'ye gelindiğinde 5000 civarına çıkar. 1914'te darülfünun-ı inas (kızlar üniversitesi) kurulur, ancak 1920'de kız öğrencilerin kararlı boykotu sonucunda bu kuruluş darülfünun'la birleştirilir ve kız öğrencilerin erkeklerle birlikte üniversite eğitimi görmesi sağlanır. 1922'de tıp fakültesinin kız öğrenci kabul etmesiyle birlikte, ilahiyat dışındaki tüm fakültelerde karma eğitim gerçekleşir. işgal karşıtı bildiri ve gösteriler vaka-i adiyeden sayılır olur. zaman içinde üniversitenin öğretim üyesi kadrosu da gelişir (114 ordinaryüs profesör ve profesör), yutdışından pek çok profesör üniversiteye dahil olur.
1920'li yıllar boyunca mustafa kemal de üniversiteyi destekleyen açıklamalar yapar. 1930'da darülfünun ziyareti sırasında "istanbul darülfünununda yüksek profesörler ve kıymetli gençlerle yakından tanışmaktan çok memnun oldum. ilim timsali olan bu yüksek müessesenin büyük hizmetleriyle iftihar edeceğimize şüphe yoktur" açıklamasını yapar.
ancak kemalist elitin darülfünuna bakışı sadece iki yıl içinde tamamen değişir. 1932'de resmen ilan edilen türk dil ve tarih tezleri karşısında üniversitenin gösterdiği kuşkucu tutum, darülfünun'un sonunu getiren başlıca etken olmuştur. üniversitenin son derece ideolojik olan bu tezler karşısındaki eleştirel tutumuna bir tedbir olarak, eski istiklal mahkemesi hakimi dr. reşit galip milli eğitim bakanı tayin edilerek, üniversiteye çeki düzen vermekle görevlendirilir. fakat bu tedbir kâr etmez. üniversite haklı olarak yeryüzündeki tüm dillerin ve tüm milliyetlerin kaynağının türklük olduğunu iddia eden deli saçması tezleri desteklemez ve hatta eleştirir. böylece akademi onurlu bir şekilde idam sehpasında taburesini tekmeler. 1933'te darülfünun tasfiye edilir. 100 civarında öğretim üyesi emekliye sevkedilir.
darülfünunun yerine istanbul üniversitesi kurulur.
aslen sehpalar kurduran bir hakim olan eğitim bakanının 12.9.1933 tarihli milliyet'te yer alan açıklamasına göre atamalarda "ilimden ziyade idealistlik ön planda tutulmuş"tur. dr. reşit galip, üniversitenin açılış konuşmasında darülfünun'un kapatılma nedenlerini açıklarken, ağırlığı bu kurumun "siyasi, içtimai büyük inkılaplar karşısında bîtaraf bir müşahit [tarafsız bir gözlemci] olarak kalmasına" verir; yeni üniversitenin en esaslı niteliğinin "milliyetçilik ve inkılapçılık" olacağını belirtir.
daha sonra ankara'da dil ve tarih-coğrafya fakültesi kurulur. bu iki kurum kemalist devrimin ihtiyaç duyduğu ideolojiyi üretmekle görevlendirilir.
bugünlerde kopan rektör atamaları fırtınasını yorumlayabilmek için bu kısa tarihi bilmek gerekir. üniversitelerarası kurul'un başkanı ve akdeniz üniversitesi eski rektörü mustafa akaydın kendisi söylemektedir. "türban konusundaki tavrımdan dolayı atamam yapılmadı" demektedir. doğrudur. akaydın o rektörlüğe türban konusundaki yasakçı tutumundan dolayı dönemin cumhurbaşkanı ahmet necdet sezer tarafından atanmıştır, şimdi de yine aynı gerekçeyle cumhurbaşkanı abdullah gül tarafından atanmamıştır. olay budur.
güngörenli üç beş kürt gencini evlerinden almışlar, güngören bombacısı olmakla itham ediyorlar, olay çözüldü diyebiliyorlar. ne hikmetse mahkeme zanlılara güngören'de patlayan bombaları değil de, örgütteki kod adlarını soruyor, zanlılar kod adları olmadığını, örgütle bağlantıları bulunmadığını söylüyor. mahkeme gençleri örgüte yardım ve yataklıktan tutuklattırıyor.
çok ilginç değil mi? bu olay, akp hükümetinin ergenekon terör örgütünün üzerine gidemeyeceğinin, tırsak bir liberal parti olduğunun en önemli kanıtlarından biri. tıpkı şemdinli olayındaki gibi. anayasa mahkemesi'nin akp ile ilgili vereceği karardan hemen önce yoksul güngören'de bombalar patlıyor, vali olaydan yarım saat sonra canlı yayında "bölücü terör örgütü" masalını anlatmaya başlıyor. ortada delil melil yok, ama hükümet mesajı net bir şekilde almış ve tırsmıştır.
bombalar hükümete ayar vermek için patlatılmıştır: ergenekon tasfiyesi mutabakatla sınırlı kalacaktır. kabine revize edilmelidir. zira, laiklik tartışması bitmemiştir. egemen sınıf, darbe tertipçilerinin, kemalist çürüklerin elenmesine rıza göstermiştir fakat bunun bir sistem eleştirisine dönüşmesine müsaade edemez. darbe karşıtı her gösteri antikapitalist bir potansiyel taşımaktadır.
bombalarla hükümete bunlar hatırlatılmıştır. o yüzden akp'nin sonuna kadar gitme potansiyeli asla yoktur. akp'nin ihtiyaç duyduğu şey radikalizmdir diyen liberal sözümona aydınlar ham hayaller peşindedir...
anayasa mahkemesi akp hakkında garip bir karar verdi. 6 üye kapansın, 4 üye hazine yardımı kesilsin dedi. 11 üyeli mahkemede nitelikli çoğunluk 7 olduğundan kapatma kararı çıkmadı. mahkeme bir üyesinin dışında akp'yi laikliğe karşı bir odak olarak tespit etti ama kapatmadı.
akp davasında düğüm türbandı. kapatma davası türbanlı kadınların üniversite eğitimi almalarını engelleyen düzenlemenin kaldırılmasının hemen ardından açıldı. öyleyse anayasa mahkemesine göre kadınların başları örtülü olduğu halde üniversite eğitimi almaları laikliğe aykırıdır. bu eğilim varolduğu sürece darbe tehdidi sürecektir. türbanla, zorunlu olmayan ve bir yeterlilik sınavıyla girilebilen üniversiteye devam etmenin gericilik olduğunu ileri sürenler açısından, toplumu laik-şeriatçı diye bölebilmenin ve siyasal krizleri sürdürebilmenin malzemesi bitmemiştir.
anayasa mahkemesinin bu kararının sevinilecek yanı yoktur.