red’in politik gündemi:DSİP!
1990ların hemen başı. yanılmıyorsam darbe sonrası ilk izinli 1 mayıs kutlaması. ankara'da, etlik, kasalar'dayız. imara kapalı, insansız, bomboş, toz toprak içinde bir arazi. iki üç bin solcu başbaşayız. doğu bloku çökmüş. sol yetim gibi. sloganlar kararsız. hakan gülseven'i oradan anımsıyorum. elinde kırmızı bir bayrak elektrik direğine tırmanıyor. bayrağı diğer solcuların bayraklarından daha yukarıda artık. kuşlara daha yakın.
yine o yıllar. biz az sayıda sosyalist, sosyalist işçi (Sİ) dergisini çıkarıyoruz. sınıf mücadelesini merkezine alan bir yayın politikamız var. kürtler ayakta. kirli savaş tavan yapmış. onlara destek olmaya çalışıyoruz. sovyetler altüst olmuş. sol büyük bir ufalanma yaşıyor. "sosyalizm çöktü" propagandasıyla başetmeye çalışıyoruz. çökenin sosyalizm değil bürokrasinin iktidarı altındaki devlet kapitalizmi olduğunu ileri sürüp tartışıyoruz. yanı sıra üniversitelerde faşistlerle boğuşuyoruz. dil-tarih'in yakınlarında yoldaşlardan birinin çay ocağı var, okulda ya da "sendika rutininde" değilsek oradayız. sürekli devrim'i, faşizme karşı mücadele'yi, sonuçlar ve olasılıklar'ı, rusya'da devlet kapitalizmi'ni tartışıyoruz.
hakan da arasıra uğruyor çay ocağına. öylesine sekter ve pervasız ki tartışmalarında, bir keresinde bizim dergiyi, Sİ'yi yırtıp çöpe atıp tüyüyor mekandan. bir şeyler gevelediğini duyuyoruz, asabiyetine alışık olduğumuzdan delirdi deyip geçiştiriyoruz. attığı şeyin bizim dergi olduğunu çöpteki buruşturulmuş tomarı açıp baktığımızda farkediyoruz. deliye dönüyoruz ama iş işten geçmiş, hakan tüymüş çoktan. o mücadeleyi böyle bir şey sanıyordu o yıllarda. ateşli ya da tutkulu bir devrimcinin heyecanıyla değil, bilincini yitirmiş birinin heyecan nöbetleriyle davranıyor, provokatif tutumlarla daha çok da kendi soluyla mücadele ediyordu.

şimdi de pek değişmemiş. radikal'de yazdı bir süre. "argonun güzeli" diliyle popüler olmaya çalıştı. bir ölçüde başardı da. leman'a terfi oldu. leman'da nihat genç'ten kalan boşluğu doldurdu. nihat'ın ilk döneminin devamı gibiydi. bu arada leman basın yayın'ın yayımladığı red adlı dergiyi çıkardı. hakan sağolsun, red'in son sayısını Sİ'ye ayırmış. belli ki red ekibi toplanmış ve dergimizin ağustos sayısını Sİ'ye ve devrimci sosyalist işçi partisi'ne (DSİP) ayıralım, hakettiler demişler.

lolipoplar ve değişimin yolu
ilk yazı ümit dertli'den gelmiş. dertli, bürokratik kast ile hükümet arasındaki gerilimin bir amerikan operasyonuyla uzlaşmaya vardırıldığını, operasyonun adının ergenekon olduğunu söylüyor. darbe girişimine karşı mücadele eden Sİ'yi ise sol liberal zibidiler olmakla suçluyor. ona göre yuvarlak dövizler ukrayna'da ortaya çıkmış ve bu dövizleri kullananlar temiz toplum şakşakçılığı yapıyormuş. bunu yapmak alçaklıkmış, haysiyetsizlikmiş. yahu bu ne komik bir ithamdır. o dövizler grafik sanatçısı erkman tarafından tasarlanan "ırak'ta savaşa hayır" rozetlerinin yaygınlaşması sonucu, o rozetlerin birebir aynısının döviz olarak kullanılabileceği fikrinden doğmuştur ve savaş karşıtı hareketin alamet-i farikası olmuştur. daha sonra sendikalardan kürtlere kadar çeşitli muhalefet grupları benzer yuvarlak dövizleri kullanmıştır ve hâlâ kullanıyorlar. ümit dertli darbeye karşı binlerce insanın sokağa dökülmesine öylesine dertlenmiş ki eleştirisini seviyesizlik düzeyinde bir bilgisizlikle şaklatmış. darbeye karşı parlamentonun savunulması nerede ve nasıl iktidar partisine şakşakçılık olmuş, hangi marksist lider böyle boktan bir şeyi savunmuş, bilgi yok. dikkat edelim. red takımı zırt pırt parlamentonun emekçilerden oluşmadığını falan anlatıyor. gerizekalıların dahi bilebileceği basit bir gerçeği böbürlene böbürlene anlatıyorlar. biz ne zaman parlamentoyu, parlamentarizmi savunduk, çıkıp açıklasınlar! Sİ'nin temel sloganlarından biri, "değişimin yolu parlamentodan değil, devrimden geçer" olmuştur. parlamentarizmi savunmak ile darbe girişimleri karşısında parlamentoyu savunmak aynı şeyler değildir. aynıymış gibi göstermek halkı apolitikliğe iter, nasılsa bu meclis boktan, öyleyse oturalım kıçımızın üzerinde demek olur ve solu ve işçi sınıfı muhalefetini paralize ederek egemenlerin kucağına oturtur.

yanıtsız sorular
ikinci yazı yavuz alogan'a ait. alogan'ın ne önerdiğini çok anlamadım. o, soldaki birilerinin "tsk zayıfladığında demokrasi bülbüllerinin şakıyacağını" sandığını iddia etmiş. tsk'nın etkisinin zayıflamasını hiç istemediğini buradan anladım. nitekim ergenekonun tsk içindeki ulusalcıların sivil uzantılarıyla birlikte tasfiye edilmesi amacını taşıdığını ve bunu abd'nin istediğini anlatıyor. kendisi hiç istemiyor. işte bunlar olurken birileri "tehlike darbe mi akp mi" diye tartışıyormuş. ne kadar da safçaymış. yani aslında darbe düşüncesi, günlükleri falan yokmuş. bombalar falan patlamamış. veli küçük gibi ulusalcı paşalar kirli savaştan beslenip kudret falan kazanıp darbe planlamak dahil pis işlere bulaşmamış. yavuz alogan küçümseyerek sorduğu soruyu yanıtsız bırakmış: "susurluk'ta sokaklara döküldünüz de ergenekon'a niye sessiz kalıyorsunuz?" yani bu kirli ilişkilerin tüm çıplaklığıyla ortaya dökülmesine neden katkıda bulunmuyorsunuz? neden bu operasyonun tavsaması, olası mutabakatlara bağlı kalması ihtimaline karşı tüm darbecilerin, kirli savaş tacirlerinin ipliğini pazara çıkaracak geniş kapsamlı bir kampanyaya başlamıyorsunuz?

Hıdır Ateş yazısında bir cevap vermiş: onlar saf değilmiş, zaten darbeye karşıymışlar ve bunu katıldıkları toplantılarda dile getiriyorlarmış. aferin hıdır, solculuk işte budur, siz devam edin. ha unutmadan, gerçi onları savunmak bana düşmez ama bilgin olsun diye söylüyorum. genç siviller barış meclisi'nin "kürt sorununda demokratik çözüm" eylemine katıldılar ve bu 1 mayıs'ta taksim'e çıkmaya çalışan kalabalığın arasında da yer aldılar. hani demişsin ya "sizi gidi genç siviller, ben sizin gibi demokrasi aşıklarını 1 mayıs'ta taksim'de, kirli savaşa hayır eylemlerinde görmek istiyorum" diye. önce biraz oku, araştır, kafanı kaldır hıdır!

teorik zayıflık, saldırgan pratik
Sİ hakkındaki ana yazı orta sayfada asıl. yazarı mahir ükünç. mahir, Sİ yazarı ve DSİP genel başkanı doğan tarkan'ın taraf gazetesinde yayınlanan "tehlike akp mi yoksa darbe mi?" adlı yazısından alıntılar yaparak sözde bir eleştiri geliştiriyor. doğan o yazısında akp'nin sonuçta bir sermaye partisi olduğunu ve ona uygun davrandığını, bu yönüyle esasen önceki sermaye partilerinden bir farkı olmadığını savunuyordu. imf politikaları, kadrolaşma, işçi sınıfına karşı takındığı vahşi tutum itibarıyla falan. buna emperyalist savaş konusunda alınan tutumu da ekleyebiliriz. körfez savaşı döneminde özal'ın duruşunu hatırlayın. ükünç bir farkın olduğunu savunuyor ve başlıyor teorilemeye: "piyasa şimdi tamamen uluslararası finans kapitalin emir-komutasında hiçbir yasal sınırlama-denetime tabi olmadan ulus devletten pazar devlete dönüşmüş ülkeleri iliğine kadar sömüren, farklı bir biçimde kendini yeniden üretmiştir." breh breh! çok dramatik. ilik milik sömürüsü varmışmış. ulus devletten pazar devlete geçilmişmiş. yahu saf olma be kardeşim! kim anlattı bu "ulus devlet bitti" masalını da sen inandın? fukuyama mı? o bile vazgeçti be! piyasa finans kapitalin denetimi altındaymış. sana yeni mi danketti bu? bir de şuna bakın n'olur: "farklı bir biçimde kendini yeniden üretmiştir." nasıl farklı, hani sen zaten onu anlatacaktın? katıksız bir sömürü varmış, bunun aracı da emperyalist saldırganlıkmış. bu mu yeni olan, fark bu mu? ıkına ıkına bu mu çıktı? bu mu senin teorileyebilme kuturun? başlığa öyle atacaksın "sol liboşların ahmaklığı, akp'nin kıçında demokrasi sondajı" falan diye, nazari çapın buna mı yetecek ükünç? ükünç doğan yoldaşın "ergenekon yetersizdir" diye yazdığını da aktarmış. ama parlamentoya ordudan, yargıdan vesair atanmışlardan gelecek müdahalelere karşı olduğunu beyan eden ve bunun hakkını veren solcuların neden akp'ci olduklarına tek satırla açıklama getirmeden aklınca sosyalistlere sıçmış sıvamış. doğan'ın demokrasi denince, baskın oran kampanyasına atıfla, ezber bozan dürtülerinin esiri olduğunu yazmış. ama gerekçesi yok, sallamış. okuyunca göreceksiniz, yazısının tamamı böyle. bir alıntı yapmış ve cık cık demiş o kadar! en komiği de şu. şöyle yazıyor utanmadan: "kemalist devlet mekanizması çok gaddar ve anti-demokratik de, bunun muarızı akp çok mu demokrat? eşcinsellere, sendikalara, sivil toplum örgütlerine, ifade-örgütlenme-dernek kurma hakkına çok mu saygılı?" kim bu gerzekçe soruya evet diyor? ben böyle bir solcuya rastlamadım. iyi duble yol yapıyor, ekonomik kriz yok en azından falan diyenler var da, kim üküncü kandırmış? ükünç bir de Sİ taraftarlarını ellerini tek bir çakıl taşının altına koymamakla suçlamış ki, insanın "bi git ya" diyesi geliyor gerçekten. burada anlatmaya lüzum da yer de yok, açsın, Sİ arşivini okusun! hangi kampanyaların altında imzası olduğunu, hangi kampanyaların çağırıcısı ve örgütleyicisi olduğunu görsün.

provokatörün terbiyesi olmaz
bu sadece ve doğrudan Sİ yazarlarını hedef alan zayıf yazı, küstahça fakat yine de eleştirel sayılabilir. bir de şuna bakalım. burak sönmezer adlı ‘insan’ neler söylüyor hızlandırılmış ergenekon kursu başlıklı zırvalamasında. hiç dokunmadan aktarıyorum: “seneler önce ilk gördüğümde vücuduyla kafasının orantısızlığı hemen dikkatimi çekmişti. neye benziyor, neye benziyor? diye düşünüp durmuştum da 3-5 sene evvel, neye benzediğini bulamasam da kime benzediğini keşfetmiştim. peyami safa. evet peyami’ye benziyordu. onun sakallısıydı. üstelik abuk sabuk politik tutumları da peyamiyi andırmıyor değildi. bir nevi fırıldak! troçki’nin temel tezlerini hem reddedip, hem troçkist olduğunu iddia eden kimlik bunalımındaki bir politik akımın Türkiye temsilcisi. işçi kitlelerinin yönelimi değişiyor diye bir o partiye (zamane shp’si) oy isteyen, bir bu partiye yanaşan (zamanın akp’si) zattırı zutturu bir siyasi çizginin müellifi. şimdilerde taraf yazarı, akp savunucusu, darbe karşıtı zat… bu kadar şeyi şunun için yazıyorum. yeni dikkatimi çekti, üstat ahmet haşim, peyami safa’nın tipini tarif ederken diyor ki, ‘çekirge vücudu üzerine koyulmuş at kafası.’ işte sana doğan tarkan!..” şimdi bu nedir? nasıl bir apolitiklik, nasıl bir provokasyondur. bu satırların yazarının solcu olması mümkün müdür? bir insanın fiziksel özelliklerinin kendi çarpık bakışınla gördüğün orantısıyla dalga geçmek, o fizik orantısız bile olsa, en basitinden ayrımcılık, atletik ırkçılık değil midir? bu burak ‘insanına’ söylenecek başka söz yok! kimin ve hangi yaklaşımın zattırı zutturu olduğu çok açık. dünya genelinde onbinlerce üyesi olan etkili bir devrimci marksist politik çizginin, uluslararası sosyalizm akımı’nın türkiye temsilcisi DSİP’in genel başkanının politik tutumunu peyami safa’nın politik çizgisine benzetebilecek kadar travmalı bir beyin onunkisi.

okun ucu meselesi
ilgili son yazı bizzat hakan’dan. hakan güngören bombalarının cia-mossad işi olduğunu yazmış. haklı olabilir. rusya’nın işi de olabilir. hakan’a göre bombaları koyanlar “akp kapatılamaz” mesajını iletmiş. şimdi DSİP ve de “akp ve dtp kapatılamaz” diyor ya, bunu demek fettullahçıların peşine takılmakmış, cia istasyon şeflerinin ağzıyla konuşmakmış. bir de Sİ bu takılmanın üstünü örtmek için bolşevik liderlerden alıntılar yapıyormuş. yani biz akp bir darbeyle alaşağı edilmek istendiğinde susmalıymışız. yüzde 47 zaten şuursuzmuş, onların oyları önemsizmiş. bizim asıl meselemiz abd emperyalizmi olmalıymış. yani hep yazıyorum, ne kadarsa o kadar demokrasiyi savunmak ve sınırlarını genişletmek için mücadele etmek boş işlermiş. biz bu darbe marbe işleriyle uğraşarak bilinçli olarak emperyalizm olgusunu gizliyormuşuz. vallahi hakan sağolsun, bunları yazarak emperyalizmin ipini pazara çıkarıvermiş.

neyse, şimdi size red’de politik olarak doğru bulduğum tek yazıdan, “doğru devrimci tutum işte budur!” hayretiyle okuduğum “odtü’nün gerçek sahipleri” başlıklı haber-yorumdan sözedip bitrmek istiyorum. hakan da odtülüdür ya, o bakımdan dikkat çekici. biliyorsunuz melih gökçek odtü yerleşkesindeki binaların pek çoğunun kaçak olduğunu ve yıkacağını söylemişti. rektörlük konuyu mahkemeye taşıdı. medyada boy gösterdi. o güne dek odtü öğrencilerinin muhalefet ettiği rektörlük aslında haksız da olabilirdi. fakat mevzu bu değildi. meselede odtü öğrencileri de taraftı. habere göre 21 temmuz akşamı 100 öğrenci bir forumda buluştu. öğrenciler rektör ural akbulut’a muhalifti. bundan sonrasını aynen alıntılıyorum: “güvenilmeyen iki tarafa da eşit mesafede durma kaygısıyla apolitik bir konuma düşmek yerine gündemdeki açık ve somut tehlikeyi oluşturan gökçek ve onun belediyecilik anlayışıyla mücadele etmek, meselenin eksenine gökçek’i yerleştirmekte anlaşıldı. ikincisi ise ural akbulut’un kendisine duyulan rahatsızlık üzerinden, rahatsızlığın kendisinin ilan edilmesi yerine gökçek’in karşısına bir özne olarak dikilmek, mücadelenin bayrağını okulun gerçek sahipleri olarak ele almak şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım oldu. eğilim, okun ucunu tehdidin geldiği yöne, gökçek’e doğru sivriltmekti.” okun ucunu tehdidin geldiği yöne doğru sivriltmek… işte Sİ’nin yaptığı tam olarak budur. sivil ve asleri bürokrasiden, darbe tezgahçılarından yönelen tehdide karşı durmak. iki tarafa da eşit mesafede durma kaygısıyla apolitk bir konuma düşenler ringin dışından oklarının ucunu devrimci sosyalistlere yöneltmişlerdir.

32 sayfa boyunca edilen küfürler şunlardır: liberal solcu zibidiler, akp şakşakçıları, alçaklar, ahmaklar, haysiyetsizler, öküzler, aptallar, fırıldak, zattırı zutturu, at kafası, güruh, üflenti ! aynen iade etsek mi? yok ama ayıptır! bu üslup kesinlikle sola ait olamaz. kesinlikle provokatiftir. leman yayıncılık bu rezaletin sorumluluğunu taşımaktadır. leman’ın sahibi tuncay akgün sola kürsü olmak adına red’i yayımlıyor olabilir ama o kürsünün devrimcilere hakaret etmek için kullanılmasına göz yumarak, izin vererek ileride vebalini taşıyacağı bir hatanın içine girmiştir.

lafı fazla uzatmaya gerek yok. Sİ yolunda yürümeye devam edecektir. darbeye karşı 70 milyon adım’da, ırkçılığa ve milliyetçiliğe dur de’de, küresel eylem grubu’nda, küresel barış ve adalet koalisyonu’nda, sosyal forumlarda, tuzla’da ölümlere son ve mahalleden meclise kampanyalarında… antikapitalist, devrimci, kitlesel yeni bir sol parti yaratma mücadelesinde. bekleriz.

Cuma, Ağustos 22

6 yorum

  1. Adsız Says:
  2. Solu ve solculuğu birilerinin gücünden(derin ilişkiler) destek alarak yapmaya çalışanlara ve onlara takılarak devrim yapabileceklerini sananlara (ki onların aslında gerçektende devrimle veya demokrasiyle ilgileride yok)çok doğru tespitlerle cevap vermişsin.Ellerine sağlık.
    Selçuk/Moskova

     
  3. Adsız Says:
  4. Çayocağı hikayesinin bir de Kuğulu Park kısmı var da biz anlatmayız, o gün bacakları titreyen yüzsüz, şimdi en berbatından sol magazincilikle karşımıza geliyor, kızmıyoruz, gülüyoruz, bi kenara da yazıyoruz...
    foxy

     
  5. Adsız Says:
  6. hakan odtü'den 3.5 sene uzaklaştırma, iki ayrı 'kesin çıkarma' cezası aldı. defalarca işkence gördü. bunlar herhalde mustafa çavuş'a 'yalakalık'tan oldu! ya o yorumu yazanlar?.. bilançoları ne?
    hakan'ın 'çay ocağınıza' gelip yırttığı sosyalist işçi'nin üzerinde şimdi darbeci dediğiniz shp-chp'ye oy atma çağrısı vardı. yırtıp çöpe değil, suratınıza fırlattı, iyi de etti.
    sonra ima şu: hakan'ı kuğulu park'ta sıkıştırdık, korkudan bacakları titredi! aslanlara bakın! hakan'ı görüşmeye çağırdınız, tek başına gitti, sünepe gibi geri bastınız. hakan hala ortada, buyrun, bacaklarını titretin bakalım... sizi sanal devrimciler sizi!
    (varsa cesaretiniz, bu yorumu da yayınlayın)

     
  7. Adsız Says:
  8. arkadaşlar;

    siz ne zaman troçkist oldunuz... 4.enternasyonalin gerekliğini bile anlayammaışken kendinizi nasıl böyle tarif ediyorsunuz??
    Siz nazlı ılacak ile beraber gazete çıkartın, eylemlerde satarsınız??

     
  9. AntiCa Says:
  10. ben 15 yıl önce troçkist oldum. mücadeleci bir aileden geliyordum. dedem oleyis sendikasının kurucularındandı ve ölene dek işyeri temsilciliği yaptı. babam diyarbakır askeri cezaevinde yattı. neyse, ben gözümü açtığımda solcuydum, ilk yazılarımı 87'de yazmaya başladım, izmir'de lisede fanzin çıkarttım. yirmisinde troçkist oldum. troçki'nin stalinist rejimler için geliştirdiği dejenere olmuş işçi devletleri tezine ikna olmadım. lise yılları boyunca aşık olduğum dilber, bir bulgaristan göçmeniydi. çok acılı bir hayatları olmuştu. onunla tartışırdık. o kadar berrak bir anlatımı vardı ki içime işlerdi bulgaristan dramı. babam da sempati duymazdı "demir perde" ülkelerinin hiçbirine. çin çok uzaktı. yani kısacası, ne stalinci olabilirdim şimdi düşünüyorum da ne de maocu. çok okudum. troçki'nin çevrilmiş bütün kitaplarını ilkgençliğimde bitirmiştim. sonra tony cliff'e rastladım. "rusya'da devlet kapitalizmi" beni çok etkiledi. sonra o küçük broşür, "troçkizmin tarihi", böyle bir şema gibiydi elimin altında uzun süre. troçkist oldum ve Sİ'ye katıldım sonra. bir hakaret olarak işitmeye alışkın olduğumuz troçkist önadını gururla taşıdım onbeş yıldır da. bu tımarhane ekonomisine karşı kolektivizmi savundum. işçi sınıfının iktidar olabileceğine inandım ve onun bir parçası olarak bunun için savaştım. şimdi kalkmış birileri sen troçkist değilsin aslında diyor, "ce-eeee"! "hastir" diyorum, bunalımlardayım bundan gayri ben. bilmiyordum ki, troçkizm meğer babadan oğula geçermiş, soy akamete uğradıysa "troçkist belirleme yüksek komiserliği" devreye girer de ortada komazmış troçkistliği, halka hizmet edermiş bekası içün. ferhan şensoy'a da atıfla pardon diyorum ben. red'in eylül kapağı için de "troçkistim ezelden, göynüm geçmez güzelden" sloganını öneriyorum. yerse!

     
  11. Adsız Says:
  12. Türkiye'de tam bir orta sınıf korkaklığı yaşanıyor. Sermaye sınıfının bugüne kadar kurduğu düzeni birazcık sallayan başka bir sermaye partisi (AKP) güçlendikçe, orta sınıfın önemli kesimleri(küçük burjuvazinin bir bölümü de diyebilirsiniz) "şeriat" ve "gericilik" "tehlikesine" karşı kurulu düzeni savunmaya başlıyor.
    Tıpkı 19. yüzyılda Avrupa'da olduğu gibi "aydınlanmacı", "ilerici" kesimlerin bir kısmı, sermayenin bazı kesimlerinden duydukları korkuyu abartarak, eski düzen güçleriyle örtülü veya açık işbirliği yapıyorlar.
    Türkiye'deki yarım yamalak demokrasiyi sürekli postallarıyla, anayasa kitaplarıyla, kürsü bilgiçlikleriyle ezen devlet kastı, bu kesimler için bir tehlike değil. Bu asalak, çok bilmiş, halkı düşman gören kesim AKP'ye anti demokratik, gayrı meşru yollarla müdahale etmeye çalıştığında bazı "ilericiler" ellerini ovuşturuyorlar. Kimi açıktan, kimi gizlice, kimi bağırarak, kimi sessizce, destekliyorlar bu asker, aydın, yargıç, hoca, faşist, tetikçi vs. vs. koalisyonunu. Bu koalisyona karşı çıkanlara da "Soroscu", "AKP'ci" vs. her türlü yaftayı yapıştırıyorlar.
    Bu kişilerin Red sayfalarında, internet forumlarında yazdıklarıyla, Sosyalist İşçi gazetesinde, DSİP sitesinde, DSİP'in içinde olduğu kampanya örgütlerinin beyanatlarıyla bir karşılaştırın. Şunu göreceksiniz:
    DSİP daima egemen sınıfın politikalarına karşı, savaşa karşı, darbeye karşıyı, çevrenin tahribatına karşı, ırkçılığa karşı bir şeyler söylüyor. Bu söylem doğrultusunda sokağa çıkıyor.
    Hakan Gülseven ve benzeri "ilericiler" ise darbeye karşı çıkanlarla dalga geçiyor, barış için yürüyen, festival düzenleyen onbinlerce genci aşağılıyor ama darbeciler hakkında, bu ülkede binlerce insanı bizzat öldüren organizasyonun parçası olanlar hakkında, onları destekleyenler hakkında gıkları çıkmıyor. Niye diye soruyorsunuz.. Ya cevap yok, ya da "bunlara karşı yürütülen operasyon, ABD ve AKP'nin Türkiye'deki ulusal direnişi kırma operasyonu"... o yüzden yanlış.
    Yani faşist katiller, gençleri, partileri, örgütleri mahkemelerde, hapislerde hücrelerde süründüren yargı üyeleri, Türkiye'deki eğitim sistemini kör cahil asker kafalı insanlar yetiştirmek için kuran akademisyenler vs. vs. ile aynı safta görüyorlar kendilerini. DSİP gibi darbeye karşı çıkan, barış isteyenleri ise AKP yandaşı, soroscu...
    Yukarıdaki yazıda geçmiş yıllardaki "delikanlılığı" methedilen Hakan Gülseven'i şahsi olarak tanımam. Okuduğum başka yazılarından anladığım kadarıyla milliyetçi sosyalist (nasıl oluyorsa artık!) birine de benzemiyor. Kendisine (ve iyi yazar yalakalığı hastalığına yakalanmış forum kurdu şakşakçılarına) tavsiyem, DSİP'e yönelik eleştirilerinin kimlerle yanyana düştüğünü bir kez daha değerlendirmeleridir.

     

Yorum Gönder

antikapitalist hava sahasındasınız, türbülans ihtimalini gözden çıkarmayınız...