blogun değişen şablonuna müteakip yeni slogan "antikapitalist hava sahası hareketi" oldu. sağdan soldan, daha çok da sözüm ona soldan gelen bunaltıcı, sıcak, rutubetli, küflü, nostaljik, ahlaki, askeri, iç karartıcı, steril, bürokratik, elitik ve lafı buraya getirmeye çalışıyorum, "dumansız" darbemize inat, şöyle püfür püfür içimize çekebileceğimiz bir hava sahamız olsun istiyorum.
adını anmak istemiyorum, şu harekete katılan ahmet türk'e ve ufuk uras'a gıcık oldum. harbiden gıcık oldum. yahu ufuk vekilim benim, sen "havanı koru" diyerek tüm havanı kaybettin benim gözümde. sen ahmet heval, sen ihanet ettin, apelerine, cıgarayı tüttürmeden öyle mal gibi satranç oynanır mı saatlerce? kürdi onca şehirde ne eğlencesi var başka milletin?
bi de ben sırf akp başlattı diye askeri elitizmin tunç siperi deniz baykal katılmadı diye de gıcık oldum bu kampanyaya.
bu nedenlerle sayın büyüklerim, kampanyanızın yere batması temennilerimle "antikapitalist hava sahası" sloganını benimsiyorum. ben miyim havayı kirleten? cigarayla mı kirleniyor atmosfer? siz kömür, petrol, doğalgaz ve fuel oil gibi fosil yakıtların atmosfere bıraktığı CO2'yle başedin önce. kyoto'yu imzalayın. bırakın ya bu işleri, devlet su işleri...
gerizekalı birileri eşcinsellerin örgütlenmelerini engelleyerek eşcinselliğin kendisini önleyebileceklerini düşünüyor. öyle görünüyor, keza Lambdaİstanbul Derneği'nin kapatılmasına karar verilmiş. neymiş gerekçe? toplumsal ahlak! breh breh! ne ahlaklı bi toplumuz oysa. sütten çıkmış ak kaşıkız. süt şıpır şıpır damlıyor üzerimizden hatta. neyse, aslında bu ahlak tartışmasını bi kenara koymalıyız aslında. çünkü her sınıfın, her ulusun ya da ne bileyim her duruşun farklı bi ahlak kavrayışı var keza. burada kerkesçe kabul edildiği varsayılan bi ahlak tarifini, Lambda'yı kapatanlar yapıyor. işte zaten sorunlu olan da bu. sen çok eşlisin, ahlaksızsın! sen ot çekiyorsun ahlaksızsın! senin saçın uzun, senin eteğin kısa, hey lan, senin de boyun kısa! hepiniz ahlaksızsınız ooğlum!!! yani bu ahlak zamazingosu hukuki bir dayanak değil. lambda bu yüzden kapatılamaz!
keza davanın bilirkişisinin "davalı derneğin feshi talebinin hukuki dayanağı bulunmadığı" raporuna rağmen kapatma kararı verilmiş. yani karar hukuki değil. ne peki? siyasi mi? bir yönüyle. ama karar esas olarak ideolojik. kapitalizmin ve tabii türkiye'de onun ideolojisi olmuş kemalizme de içkin olan homofobi esas neden. homofobi ne yazık ki, islamcısından solcusuna kabul görmüş bir ahlaki standart. antikapitalist olmayan tüm dünya görüşlerinin benimsediği, "insanın temel içgüdüsü üremedir" palavrası cinsel yönelimleri sınırlıyor. tabi ya ne gerek var böyle şeylere, evlenin, üreyin, odun kafalarınızla "aile, aile" diye tutturun. biz de adına demokrasi dediğimiz dolabı çevirip durmaya devam edelim di mi?!
o gün almamıştım, nette okurken de farketmemişim. jörmungand okumasaydım atlayabilirdim. bu ne yahu? meğer bi fettullahçı çıkarması yaşanmış çankaya'ya da göz yummuşuz! türkiye şeyhler, müridler ülkesi olamaz di mi. mazhar alanson zaten yazdığı şu şarkı sözlerinden belliydi, fena halde fetocu: "sufi sufi sufi sufi sufi, hey ya hey ya!"
birgün, ergenekon terör örgütü operasyonu kapsamında yaşanan gelişmelerde attığı "yiyin birbirinizi" manşetinden bu yana her kritik noktada çuvallıyor. seçilmiş iktidarı devirmek ve dahası için, ölmek ve öldürmek üzerine yemin edip, bombalar atıp suikastler düzenleyerek, ırkçı kışkırtmalarar tezgahlayarak darbelere zemin hazırlamaya çalışmakla suçlanan ergenekon'la, kim ne derse desin % 47 oy almış meşru hükümet arasında ayrım yapamayan o manşetin ardındaki zihniyet birgün'ü yiyip bitirmeye devam ediyor. gazeteyi çıkaran arkadaşlar üçüncü bir yol bulmak saplantılarından dolayı hariçten ve sofistike bir muhalefet anlayışıyla paralize olmaya devam ediyor...
hatırlarsınız, geçtiğimiz günlerde 1000 önemli kürt ismi, le Monde ve international herald tribune gazetelerine "kürt sorununda çözüm" için bir ilan vermişlerdi.
“aşağıda imzası bulunanlar bizler, kürt olduğumuzu, atalarımızın topraklarında kürt olmanın onuru ile yaşamak ve kendi kültürümüzü özgürce ifade ederek kabul görmek istediğimizi ilan ederiz” sözleriyle başlayan ilan metninde türkiye cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana kürt kimliğini inkar ettiği ve kürtlerin temel haklarından yoksun olduğu hatırlatıldı. ilanda eski ingiltere başbakanı tony blair, fransa dışişleri bakanı bernard kouchner, ispanya başbakanı felipe gonzales ve eski finlandiya başbakanı martti ahtisaari isimleri de arabulucu olarak önerildi.
işte soldaki tartışma da bu arabuluculuk kurumu üzerinden gelişti. ulusalcılar zaten kıyameti koparttı. sanki kürtler bunları binlerce kez sınırların içinde söylememiş gibi, nasıl olur da bizi elin evropalısına şikayet ederler gergedanlığı teatre edildi. alışıktık zaten, şaşırmadık.
ama ilana tepki soldan, üstelik ulusalcılığa mesafeli kalmasını umduğumuz birgün'den gelince durduk. birgün sürmanşetinden "bu adamlarla olur mu?" demişti. kürtlerin girişiminin içeriği, nedenleri, bildiride yer alan talepler atlanmış, türk gazeteciliği trampleninden başarıyla atlanmış ve "bu adamlar"a sıçranıverilmişti. başlıktaki kızgınlık öylesine hissedilir bir tondaydı ki, sanki arabulucu olarak bir kaç kadın da önerilse, yine aynı başlık atılabilirdi. kızgınlığın nedeni "içeride" anlaşıldı. sürmanşetin devamında, içeride birgün camiasının yakından tanıdığı tayfun mater, bu blogun yazarının da içinde yeraldığı küresel barış ve adalet koalisyonu'nun sözcüsü kişi aynen şöyle diyordu: "Kürt sorunu bir iç meseledir. Kendi aramızda tartışmamız gerekmektedir. Sorun dış ilişkilere taşındığında içinden çıkılamaz bir hale gelmektedir. Özellikle Tony Blair gibi saldırgan kimliğinin tüm kamuoyunca bilindiği birinin arabuluculuk yapması önerisi ciddiye dahi alınamaz."
şimdi bu sözlerin neresinden tutalım? küresel bak'ın içinde olmam hasebiyle benim de sözcüm olmuş olan bu kişi ne diyor? "kürt sorunu iç meseledir" diyor. bunu söylerken "iç"miş olmasını umuyorum ki aksi halde "ciddiye bile alınamaz". "kendi aramızda tartışmalıyız" diyor. e biz çok tartıştık üstad be aramızda. çözemedik. sen kendi aranda tartışmaya devam et o vakit. üstelik, bu "aramız" ne demek? kürtlerle sen mi? "tony blair saldırgan" diyor. e biliyoruz abicim, saldırgan. barış kimle yapılacak peki? saldırgan olmayanlarla mı? barış savaşanlarla yapılıyor ne yazık ki... burada savaştan bahsediyoruz yahu, saldırgan da ne demek?
dahası birgün neden mazfurla değil de zarfla ilgileniyor? öyle ya, bir mektup değil mi 1000 kürdün ilanı, sorunu anlatmak için dünyaya?
"Türkiye bir kez daha, “üç kişiyi idam ederek güzel bir sistem kurmak”la övünen elitist anlayışın tehdidi altındadır.
Türkiye, halkın tercihleri ile seçkinlerin korku siyaseti arasında, kapatılan 26 partiye bir yenisi daha eklenmeye çalışılarak kıskaca alınmak istenmektedir.
Seçmenin %47'sinin desteğini alan bir siyasal parti, kendini halkın, demokratik işleyişin, hukukun üstünde gören seçkinlerin korkularına kurban edilip, kapatılmak istenmektedir.
Siyasi tercihimiz ne olursa olsun Türkiye'nin geleceğini karartmak isteyenlere dur diyelim.
Hangi partiye oy vermiş olursak olalım; düşüncesinden, siyasi tercihinden dolayı siyasi partilerin kapatılmasına karşı çıkalım.
Oylarımıza, siyasal tercihlerimize, halkın iradesine sahip çıkalım.
Türkiye bu ayıbı bir daha yaşamasın."
kapatmayahayir.com'da böyle diyor. bir imza sitesi. hedef akp'ye açılan kapatma davasına karşı 1.000.000 imza toplamak. ben 727 bin bilmem kaçıncı imzacıydım. bir milyon hedefi de aşılacak yani. siz de uğrayabilir ve tepkinizi gösterebilirsiniz.
online dünya felaket haritası. kar hırsının yolaçtığı iklim değişiminin sonuçları...
batı ülkelerinden grafiti ve street art örneklerine sıkça rastlar olduk. mideastcollektive ise iran, lübnan, suriye, israil ve filistin dahil bir çok ortadoğu ülkesinden sokak sanatı işlerini birarada izlemenizi ve fikir edinmenizi sağlayan ilginç bir site.
yukarıdaki 6:47'lik videoyu sonuna kadar izleyin lütfen. popstar alaturka'da söz yazarı sami derintuna, o meşhur "yorgunum artık" şarkısının sözlerini okuyor. sonlara yaklaştığında çoşuveriyor ve "türkiye'yi böldürmeyiz" falan gibi uyaklı birşeyler ekleyiveriyor sözlere. bir kişi hariç tüm jüri ve neredeyse tüm salon ayakta alkışlamaya başlıyor. kim mi 'yalnız kovboy'? tabii ki bülent ersoy. yüzünün haline bir bakın. bu kadın hakikaten hamasete pirim vermiyor!
bu arada, camiasının bu yalnız kovboyunu, aleyhinde açılan 'halkı askerlikten soğutma' davasında yalnız bırakmamak için facebook'ta 'ölüm değil çözüm istiyoruz, bülent ersoy'u destekliyoruz' diye şöyle bir grup var, bilginize...
fotoğraf izmir'den. küresel eylem grubu'nun 1 mayıs kortejinden bir enstantane. pankartları görünmüyor ama, onda kocaman darbeye hayır yazıyor. dövizlere dikkat edin. işte günün somut politik talepleri bunlar olmalı. hemşehrilerimi kutluyorum vesselam...
1 mayıs'ta istanbul halkının maruz kaldığı devlet terörünün sorumlusu olan valinin istifasını talep eden bir imza kampanyası başladı. şimdiden 15 binden fazla insan imzalamış. tabii esas sorumlular ankara'da. valiistifa.net adresine gidip bildiriyi okuyarak imzalayabilirsiniz.
adamlar 1 gece önce mecliste sabahın dört buçuğuna kadar çalışıp ab'nin istediği değişikliği yapıyorlar 301 konusunda, sonra, güneşin ilk ışıklarıyla beraber disk ve kesk'e "allah ne verdiyse" girişiyorlar. hükümetin yargı darbesine karşı ab normlarına daha sıkı sarılacağını umanlar şaşırıp kalıyor. pek çok liberal demokrat, akp'nin ipini çekmekte olduğunu düşünüyordur ve yarın yazacaklardır bunu, hep beraber okuruz.
bu analizcilerin göremediği şey şu. önümüzdeki tablo sınıf mücadelesinin dinamikleri üzerinden şekilleniyor. akp çok değil daha iki hafta önce çalışanlar karşısında en keskin kılıcını çekti ve genel sağlık sigortası yasasını meclisten geçirdi. yasaya karşı verilen mücadele içinde bir bölünme ortaya çıktı. türk-iş'e bağlı 15'e yakın sendika, genel merkezlerinin kararına rağmen gösterilere katıldı. bu çok önemli bir kırılma noktasıydı. türk-iş genel başkanlığına gelen akp yanlısı isim ve ekibine bir başkaldırıydı. mücadeleci sendikalar disk ve kesk ile birlikte saf tuttular. ama mücadele kaybedildi ve yasa çıktı. ve işte biliyoruz sonrasındaki sigorta müdürlükleri önündeki 2.5 aylık sigortalı bebek manzaralarını ve uzayıp giden kuyrukları.
hemen akabinde gelen 1 mayıs sendikalar için yeni bir teşhir ve direnme imkanı sağladı. disk ve kesk taksim'de ısrar etti, türk-iş de sözünü ettiğim 15'e yakın sendikanın tabanının baskısıyla bu kervana katılmak zorunda kaldı. genel merkezin genel başkan tarafı son anda yine sattı. yani bu 1 mayıs'ı aslında "sınıfın içinde süren bir sınıf mücadelesi" belirledi.
aslında yaşananlar bazı şeyleri kanıtladı. işçi sınıfının ısrarlı mücadelesinin gündemi belirleyebileceğini mesela. bu ısrarlı mücadelenin işçi sınıfının hakiki, somut talepleri etrafında geliştiğinde kazanma şansının yüksek olduğunu mesela. sendika bürokrasisine asla güvenmemek gerektiğini mesela. seçilmiş hükümetlere karşı planlanan darbe girişimlerine karşı çıkılıp, kitlesel olarak demokrasiyi savunmanın önemini mesela.
keza, bu 1 mayıs'ın ana gündemi sendikalar açısından darbe sürecine karşı çıkmak olsaydı, tek değilse bile ana slogan, "darbe değil, daha çok özgürlük" olsaydı, öyle sanıyorum, taksim'e de çıkılırdı, demokrasi de güçlenirdi mesela...
yine de çok geç değil ama. önümüzdeki dönem hem akp'nin neoliberal politikalarına direnmek, aynı anda da darbe girişimleri karşısında, siyaset kurumunu, demokrasiyi savunmak gerek. kapıda bekleyen olası bir ekonomik kriz anında işçi sınıfı ve sol ancak bu koşulda güçlü bir yanıt oluşturabilir. sınıfın içindeki olası bölünme ancak bu düzlemdeki bir yeniden birleşmeyle gelecek için umut olabilir. yani bence böyle. saygılarımla efendim, görüşmek üzere.
not: dün yaşanan devlet terörüne değinmek bile istemedim, onu ne tuhaf ki mhp bile eleştiriyor...