2009 yılına girdiğimiz bu günlerde dünya ekonomisi finansal krizi derin bir şekilde yaşamaktadır. Birçok uluslararası finans kurumları devletlerin müdahalesi sonucu ayakta kalmaları sağlanmakta olup krizin bedeli eskiden olduğu gibi çalışan emekçi kesimin omuzlarına yıkılmaktadır. İki emperyalist bloklu dünya siyasi sistemi yıkılıp Amerikanın önderliğinde kurulmaya çalışılan tek kutuplu dünya 90 yılların başından beri krizin içinde.

Amerika'nın Ortadoğu’ya müdahalesi, İsrail’in Filistin topraklarına karşı geleneksel işgal siyaseti ve diğer emperyalist ülkelerin tamamlayıcı uzantıları olan ülkelerin hem Ortadoğu hem de Kafkasya bölgelerindeki fütursuz destek siyaseti ile birlikte dünyamız her geçen gün bölgesel savaşların içine itilmektedir. Bunun sonucunda savaştan ve yıkımdan kaçmanın çaresi olarak yaşanan göçler ve kullanılan bombaların yarattığı çevre kirliliği de buna eklenince önümüze konan dünyanın geleceğinin hiç de iç açıcı olmadığı görülür. Bu sürece müdahalenin aktörlerine düşen en önemli görev yaşadıkları ülkedeki siyasi ortama müdahale etmektir. Pek tabi bunun birçok yöntemi vardır.

Ben yöntemden ziyade siyasetin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin birkaç saptama da bulunmak isterim. Öncelikle Türkiye’de siyasi iktidarın uluslararası devletler sistemi içinde yer alıp onun ihtiyaçlarına göre hem ulusal hem de bölgesel siyaset güttüğünü başta belirtmek isterim. Toplumsal muhalefetin önderliğine bakıldığında görünecek şey de yıllardır Kemalist ideoloji ile kendini var etmiş sınıfların belirleyicilikleri söz konusudur. Varolan siyasi iktidar 'sözde' demokratik açılımlardan söz ederek uluslararası sermayenin ve iç dinamiklerin dayatmaları karşısında pek gönüllü olmasa da belirli açılımlar yapmaktadır.

Avrupa birliği süreci, Kemalizm’in geleneksel siyasetine karşı duruşu, anayasa değişikliği, başörtüsü yasağına karşı tavrı ve Kürt sorununa yaklaşımında buna tanık oluyoruz. Bu siyasi ortamda muhalif gibi görünen siyasi yapılara baktığımızda militarist, devletçi ve milliyetçi olduklarını anlamak pek zor olmasa gerek. Sol bu toplumsal muhalefetin içinde güçsüz ve cılız durmakta olup varolan sürece müdahalesi belli bir süre daha söz konusu değil. Ancak sol gerçek demokrasi güçleri ile birlikte hareket ederse bu sürecin değişmesine katkıda bulunabilir. Kendini sol diye sunan CHP ile birlikte hareket ederse bu sürecin dışında kalır.

Peki, sol nasıl büyüyecek ve toplumsal mücadelenin belirleyici unsuru haline gelecektir?Bu sorunun yanıtını günlük siyaset içinde vermek bu dönem için acil bir durumdur. Solun önünde çok seçenekli bir denklem yoktur. Her şey ayan beyan ortadadır. Türkiye’de resmi ideolojiyi sorgulayan ve 'sahte' diye yargılayıp burun kıvırsak da iki unsur, yaklaşık otuz yıl boyunca toplumsal süreçte belirleyici oldu. Birincisi kendini solda belirleyen Kürt hareketidir diğeri de dindar kesimdir. Dindar kesimin siyasal uzantısı AKP karşısında Türk solu ya Kemalizm ile bütünleşmiş ya da militarist milliyetçilikle barışmıştır. İlan edilmiş kutsal “Kızılelma ittifakı” Ergenekon süreciyle sarsılsa da siyaseten halen devam etmektedir. Eğer sol bu süreci görmemeye devam ederse faşist bir iktidar bizi beklemekte olduğu da bilinmelidir. Bu ortamdan çıkış görüldüğü kadarıyla zor değildir hatta çok basittir. Yeter ki evrensel demokratik değerlere sahip olalım, yeter ki ezilenlerden yana olalım ki toplumsal muhalefetin ses getiren unsuru haline gelelim.

Dindar iktidarı toplumun yüzde ellisi destekliyorsa solun işi hem zor hem de kolay gibi görünür. Yukarda söz etmeye çalıştığım gibi bu dindar iktidar ne Kemalist ne faşist ne de militarist. Hal böyle olunca solun işi de zorlaşıyor. Öncelikle sol Türkiye’de siyaset yapacaksa Kürt hareketiyle koşulsuz bir dayanışma içinde olmalıdır. İkincisi de dindar iktidardan daha 'solcu' olmalıdır. İktidarı gerici, milliyetçi, militarist veya ulusalcı söylemlerle eşleştirmemesi gerekir. Türkiye kamuoyununa iktidarın sunduğu her açılımın nedeni olarak Türkiye’deki iç dinamiklerin etkisi dillendirilmeli ve daha ileriye götürecek açılımlar sunulmalıdır. Demokrasi ama tam demokrasi istenmelidir. Özgürlüklerin sınırlandırılması değil sınırsız özgürlük yüksek sesle dile getirilmelidir.

Kürtçe bir kanalın Kürt halkının mücadelesi ve direnci sonucu kazanıldığını vurgulanmalıdır. Kürt halkına daha çok demokrasi ve söz hakkı istenmelidir. Bugünlerde yaşanan ekonomik krizin sonucunda işten çıkarmalar ülkenin her köşesinde olağan duruma gelmiştir. Türk solu bu konuda da harekete geçmesi gerekirken süt dökmüş kedi misali bir köşede sus pus oturmaktadır. Meydanda solun esamisi okunmamaktadır. Umarız Türk solu kendi kabuklarını kırar ve olup bitenin farkına varır. Eğer sol siyaset varolan durumu doğru değerlendirirse bir şeyler yapabilir ve siyasi ortamda güç haline gelebilir. Aksi takdirde milliyetçi cephenin, darbecilerin ve Ergenekoncuların suç ortağı olurlar. Önümüzdeki yerel seçimlerde milliyetçi kesimle yapılacak seçim ittifakı siyasi intihardan farksız olacaktır.

Unutmayalım solun yüzüne baktığı yerler dindarlara dönüktür ve bu kesimin sola hatta sol ideolojiye kazanılması da çok zor değildir. Bu kesimleri kesinlikle 'şeriatçı' veya 'alevi' gibi yanlış kanılarla mahkum etmemek gerekir. Solun soluk borusu olacak bu kesimler en azından Kemalizm ve militarist demokrasi anlayışıyla hesaplaşmıştır. Bence Kemalist ve milliyetçi emekçiden daha kolay sol saflara kazanılabilinir. Bunu anlayan sol kısa sürede olmazsa da ileride güçlü bir konuma gelecektir.
Bu günden yapacak çok şey var ama yarın yapacak hiçbir şey bulamayabiliriz.
Sol hat! Heyhat!

Pazar, Şubat 22

0 yorum

Yorum Gönder

antikapitalist hava sahasındasınız, türbülans ihtimalini gözden çıkarmayınız...

Subscribe here