2009 yılının Mart ayında Türkiye önemli bir toplantıya ev sahipliği yapıyor. 5. Dünya Su Forumu, İstanbul’da dünya su politikalarını tartışmak üzere biraraya gelecek. Devlet yönetimlerinin ve özel şirketlerin domine ettiği forumda bugüne kadar ‘su’ sorununu yaratanlar konunun ‘çözümlerini’ arayacak. Sosyal hareketlerin dışlandığı bu kapalı ‘forum’un önemli gündemlerinden biri, Türkiye’deki su kaynaklarının ve baraj vb. yatırımların özelleştirme sürecine açılması olacak.
Bizler inanıyoruz ki, su dünyadaki bütün insanların ortak kamusal mülkiyetidir. Kim olursa olsun suyu özel mülkiyet olarak görüp kullanamaz. Su tüm ekosistemlerin vazgeçilmez kaynağı ve temel ihtiyacıdır.
Suyun vazgeçilmez özelliğinden dolayı tüm insan toplulukları ve her insan suya – özelde içme suyuna – yeterli nitelik ve nicelikte erişim hakkına sahip olmalıdır. Toplumun refahı su olmadan çoğalamaz, su başka bir kaynakla ölçülemez, kar amacıyla değişilemezdir.
Suyun toplumlar, insanlar, cinsiyetler ve ülkeler arası dayanışmanın gelişmesine katkıda bulunması gerekir.
Su kaynakları dünya ve bölgeler düzeyinde ile insanların gelirleri eşitsiz şekilde dağılmıştır. Ancak bu, suya erişimin insanlar, topluluklar ve bölgeler arasında böyle olması/kalması gerektiği anlamına gelmez.
Çoğu hükümet su kaynaklarını ekonomik gelir olanağı olarak yoğun bir şekilde kullanıyor. Bunu yaparken genelde ekonomik karı temel alarak yapıyor, bu da çok sayıda olumsuzluğa neden oluyor.
Su kaynakların yönetimi ve kullanımı, en az ekonomik ihtiyaçlar kadar, toplumsal eşitlik ile ekolojik/çevresel ihiyaçları gözeterek uzun vadeli (sürdürebilir) şekilde planlanıp uygulanmalı. Bu gerçekten hareketle, su öyle kullanılıp korunmalı ki gelecek kuşaklar da suyu aynı şekilde ve özgürlükte kullanabilsin.
Kullanılırlık ve sorumluluk temeline bağlı olarak suyun finansal sorumluluğu hem bireysel hem de kamusal olmalı. Suyun her insanın ve her insan toplulumunun temel ihtiyacını karşılayacak şekilde sağlanması bir toplumsal anlaşma olarak ele alınmalı.
Su politikası yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeyde yüksek oranda demokrasi anlamına gelmekte.
Su kaynakları ile alınacak kararlar toplumun en geniş kesimi tarafından demokratik yönteme dayanarak alınmalı, yerel ve bölgesel düzeydeki topluluklar ve insanlar özellikle bu sürece aktif şekilde dahil edilmelidir. Suyun yönetimiyle ilgili kararlar sosyo-ekonomik çoğunluluklara ve kültürel farklılıklara saygı temelinde alınmalıdır.
Türkiye’de bugüne kadar süregelen, doğal kaynakların sonuna dek tüketilmesine dayalı, çevreyi gözetmeyen kalkınmacı anlayış terkedilmeli, baraj projeleri bu eksende yeniden gözden geçirilmelidir. Suyun ve doğal kaynakların özelleştirilmesi fikrinden vazgeçilmeli, su uluslararası hegemonyanın bir aracı olarak görülmemelidir. Küresel ısınmaya bağlı su ve gıda krizinden kaynaklanan zararlar karşılanmalı, karbon emisyonunu azaltıcı politikalar derhal hayata geçirilmelidir.
Bu gerekçelerle hareket eden bizler, Dünya’daki çok sayıda sosyal hareketle birlikte 2009 Mart’ında İstanbul’da Alternatif Su Forumu’nu düzenleyeceğiz. Herkesi, su ile ilgili çeşitli başlıkları tartışacağımız, suyu kar alanı olarak gören Dünya Su Forumu’na karşı eylemler düzenleyeceğimiz bu sürece katılmaya ve Suyuma Dokunma Kampanyası'nın bir parçası olmaya çağırıyoruz.
Kar Değil İnsan! Başka Bir Su Yönetimi Mümkün!
Web site: www.alternatifsuforumu.org
Pardus 2008 çıkmışken, sıcağı sıcağına yeni sürümün getireceği yeniliklerden bahsetmemek olmayacak... Karşınızda yeni Pardus 2008'in özellikleri!
Kullanıcı yetki yönetimi
Pardus 2008 ile birlikte gelen gelişmiş yetki denetim sistemi ile tüm kullanıcıların yetkilerini detaylı bir şekilde düzenlenebiliyor, Pardus'un parola sorma ve yetkilendirme davranışını kolayca özelleştirilebiliyor. Yenilenen Kullanıcı Yöneticisi tüm kullanıcılar için yetki yönetimini son derece kolay ve güvenli hale getiriyor.
Pardus geliştiricileri tarafından geliştirilen yetkilendirme sistemi ve yetki yönetimi arayüzleri PolicyKit - dbus altyapısını kullanıyor ve COMAR ile birlikte çalışarak tüm sistemde sorunsuz bir yetki denetimi altyapısı sunuyor.
Gelişmiş paket yönetim sistemi
İnternet'ten birkaç tıklama ile kolayca yeni uygulamalar indirmeyi ve kurmayı sağlayan paket yöneticisi (PiSi), Pardus 2008 ile birlikte daha da gelişti ve hızlandı. Kullandığınız uygulamaların en güncel hallerini, yalnızca yapılan değişiklikeri içeren küçük paketler indirerek güncelleyebilir, böylece bağlantı kotalarını doldurmadan sisteminizi en güncel ve performanslı şekilde kullanabilirsiniz.
PiSi'nin yeni geçmiş yönetimi desteği ve yeni Geçmiş Yöneticisi ile sisteminize kurulan eski paketlere dönebilir, sisteminizin o anki anlık görüntüsünü kaydedebilir, bu görüntüler arasında kolayca geçiş yapabilirsiniz.
Yalı
Pardus'u sabit diske kurmak için kullanılan YALI (Yet Another Linux Installer), ilk adımda kurulum için gerekli soruları sorup, ardından yaklaşık 30 dakika süren kurulum işlemine geçiyor. Kullanıcı bilgileri, otomatik giriş, zaman dilimini - sistem klavye ve dili gibi özelleştimeleri kolayca yapılmasını sağlıyor. Elbette tüm bu ayarları daha sonra yapılandırma yöneticisi TASMA aracılığıyla düzenlemek mümkün.
Otomatik donanım tanıma
Pardus'un en güçlü yanlarından biri olan tamamen otomatik donanım tanıma, Pardus 2008 ile daha da gelişti. Pardus 2008 ile birlikte sisteme bağlanan yazıcılar da otomatik olarak tanınarak yapılandırılıyor. Özellikle kablosuz ağ cihazları, web kamera, yazıcı - tarayıcı gibi sıkça kullanılan donanım ürünleri çok daha sorunsuz bir şekilde destekleniyor.
Güncellenen bileşenler
Pardus 2008 sürümü, Pardus teknolojilerindeki yeniliklerin yanında birçok güncellemeyi de içeriyor:
* Güncellenmiş KDE 3.5.9 Masaüstü Ortamı
* En son Linux çekirdeği (2.6.25.9) ile çok daha fazla donanım desteği, kararlı ve güvenilir sistem,
* Altyapı tarafında gcc 4.3.1, glibc 2.8, Python 2.5, Java 6 gibi önemli yenilikler,
* En yeni, en hızlı ve en becerikli İnternet tarayıcısı Mozilla Firefox 3.0,
* Tüm ofis dosya biçimleri ile uyumlu çalışabilen OpenOffice.org 2.4.1,
* Hataları giderilmiş ve en son sürüme yükseltilmiş yüzlerce özgür yazılım...
İki yılı aşkın süredir sorunsuz bir şekilde kullandığım TÜBİTAK/UEKAE'nin Linux dağıtımı Pardus için artık karar verme zamanı!
chris hondros'un objektifinden kosova'dan bu yana yaşanan savaşların dehşet veren fotoğrafları.
kaynak: iç mihrak | kimin girip çıktığı belli olmadığı için komşuları rahatsız eden bir proje-konut
darbeye karşı 70 milyon adım platformu‘nun düzenlediği yürüyüşün ilk ayağı binlerce darbe karşıtının katılımı ile tünel-galatasaray meydanı arasında yapıldı.
türkiye'de bir ilk gerçekleşti ve ağır çekim darbeye karşı bir kampayanın ilk adımları atılmış oldu. yürüyüşe beklenenin de üzerinde bir katılım gerçekleşti. insanların darbeyi çaresizce evlerinde oturup izlemekten çok sıkıldıkları çok belliydi. herkes kararlı ve öfkeliydi. çevreden de yoğun bir destek geldi. tünel-taksim arasında izdiham tehlikesi yaşandı. daha önce taksim gezi parkına dek sürmesi planlanan yürüyüş, polisin son anda karar değiştirmesi ile galatasaray meydanı'nda yapılan basın açıklamasıyla son buldu.
aslında bu gelişme bile sevindiriciydi çünkü polisin dahi böyle bir kalabalığı hiç de beklemediğinin bir kanıtıydı. örgütlü solun yürüyüşe desteği çok sınırlıydı. dsip ve genç siviller ve mazlum-der üyelerinin katılımı ise oldukça belirgindi. durde'den keg'den de katılım vardı ama esas belirleyici olan bağımsız insanların çokluğu oldu. yaşlıca bir yürüyüşçü, elindeki megafonla gösteriyi yönlendiren dsip üyesinin kim olduğunu sorup öğrendikten sonra biz mi onlara katıldık, onlar mı bize anlamadım diyerek yürüyüşün bileşimini de güzelce özetlemiş oldu.
70 milyon adım kampanyasının bu ilk yürüyüşü gösterdi ki bu kampanya hızla büyüme potansiyeli taşıyor. insanlar kendilerini ifade edecekleri platformlar bulabildiklerinde tepki göstermekten, sokağa çıkmaktan çekinmiyor. ve yürüyüş gösterdi ki aylardır durmadan darbe tehdidini işaret eden, demokrasinin sınırlarını genişletmek için mücadele eden bizler de suya yazı yazmıyoruz. marjinalse hiç değiliz!
taraf'ın yayınladığı genelkurmay eylem planındaki bazı başlıklara bakalım:
*üst yargı organı başkanlarının tsk ile uyumlu hareket etmesi sağlanacak.
*gazeteciler ve medya kanalları yandaş kılınacak.
*kanaat önderlerinin yönlendirilmesi için masrafları karşılanacak.
*ırak'ın türkiye sınırında yaşayan siviller ağır silahlarla vurulacak.
ve bu belge karşısında tsk'nın açıklamasını okuyalım: "Bir günlük gazetenin 20 Haziran 2008 tarihli baskısında, Genelkurmay Başkanlığına ait olduğu ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bilgi destek planını ihtiva ettiği iddia edilen bir belge ve bununla ilgili haberler yayımlanmıştır.
Genelkurmay Başkanlığı kayıtlarında, Komuta Katı tarafından onaylanmış böyle bir resmi evrak veya plan bulunmamaktadır."
gerçekse, ülkeyi yönetme isteğinin açık kanıtı olan bu belge karşısında tsk, komuta katı tarafından onaylanmış böyle bir resmi evrak veya plan bulunmamaktadır demekle yetiniyor. onaylanmamış, daha aşağılarda pişirilmiş resmi olmayan bir plan olabilir şeklinde okumak da mümkün görünüyor. bir şey gerçek ki ağır çekim darbe devam ediyor ama ona karşı gelişen tepki de gün geçtikçe büyüyor.
ben saddam'ı sevmezdim. kaddafi'yi de sevmem. castro'yu seviyor muyum, bilmiyorum. Che'ye sempati beslemediğimi söylersem herhalde samimi olmam. bir gerillacı che. castro ve birkaç on arkadaşı ile birlikte savaştı ve küba'da batista diktatörlüğü yıkıldı. küba halkı özgürleşti mi tartışılır ama che, bir özgürlürlük sembolü, bir ikon haline geldi. rus lider stalin'den ise hiç hazzetmedim. rus devriminin tarihi çok trajiktir. devrimin neredeyse tüm öncüleri stalinci bürokrasi tarafından ortadan kaldırılmıştır ve stalinciler illüzyon sanatından hiç anlamazlar!
saydığım liderler 20. yüzyılın önemli simalarıdır. bence che'nin dışındakiler diktatördür ama o ülkelerin halklarından azımsanamayacak kadar çok insan bu liderleri severler. hem bundan hem de demokrasinin sınırlılığından, o ülkelerde yaşayan insanların bu liderleri sevmediklerini açıkça beyan edebilmeleri, bizdeki kadar zordur. böyle bir girişim hapis veya ölümle sonuçlanırdı.
ama, tüm dünya insanlık tarihine saygı duyan ve tüm milletlerin özgürlüğü için düşünen, kafa yoran şu yazar (ben), bakın ne kadar da kolay söyleyebiliyor onları pek de sevmediğini.
sevginin üzerinde anlaşılan bir tanımı yok. ama bence sıcaklık duymak, önemsemek/önemsenmek, anlayış gösterebilmek, öylece kabul edebilmek, değiştirme arzusu potansiyelini taşımakla birlikte, zorlamaya kapalı bir şekilde gelişim arzulamaktır. böyle bir sevgi bütünleşmeyi sağlar. ihmal etmez, çoğaltır.
üstelik sevgi, ihtiras veya bağlama/bağlanma hırslarından azade olarak, sevmeme hakkı da tanır. onu kibirsiz yapan da bu olmalıdır. "sevgi" sözcüğünü her duyduğumda kafamda beliren ikiyüzlü sevgi imajlarının dışında, sevgi demokratiktir aslında. ve monist "ya sev, ya terket" kalıpsözünden daha kötü durduğu başka bir yer de sanırım yoktur.
başlarken düşündüğüm konuya ismen değilse bile "fiilen" girmiş oldum. atatürk'ü sevmediğini söyleyen kadın üzerinden yürüyen tartışmayı kastediyorum. kadını tanımıyorum, hangi vasfıyla o programda olduğunu bilmiyorum. hangi islamcı grup adına söz almış? kişisel tarihi nedir, kimdir merak ediyorum. doğan medya'nın linç girişiminin zamanlamasından ve olan bitenden kuşku duyuyorum. 28 şubat'ı hatırlıyorum. darbeye gerekçe olan "aczmendilerin" sanki hiç olmamışlar, sanki rüyalarımıza bir hipnoz seansında zorla sokulup çıkartılıvermiş korku nesneleri gibi, nasıl da bir anda buharlaşıverdiklerini, ortalıktan kayboluverdiklerini anımsıyorum.
akp'nin kapatma davasında sona yaklaşılırken olup bitenlerle hafızama düşenleri aynı anda düşünmeyi hiç sev-mi-yorum!
e,y,askeri, postmodern tüm darbe girişimlerine karşı 21 haziran'da, "darbeye karşı 70 milyon adım" kampanyasının startı taksim'de veriliyor. bastırılan, susturulan insanlar türkiye'de bir ilki gerçekleştiriyor ve darbeye karşı yürüyor. kampanya metnini okumak, daha ayrıntılı bilgi edinmek ve destekleyen kuruluşları öğrenmek için yandaki ilanına tıklayın....
kapitalizmin iyisi kötüsü olmaz. her şeyi "ele geçirilebilir, tüketilebilir" bir nesne olarak gören kapitalizm insan hayatını hiçleştirir. 2001 yılında cenova'da düzenlenen g-8 ülkeleri zirvesini protesto eden gençlerden 23 yaşındaki carlo giuliani'nin jandarmalar tarafından kafasına bir kurşun sıkılarak öldürülmesinden beri "kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldür" sözü, antikapitalist hareketin en çok kullandığı sloganlardan biri oldu.
bugün tuzla tersanelerinde yaşananlar bu sloganın ne yazık ki, ne denli doğru olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. işçiler göz göre göre ölüme gönderiliyor. çünkü onlar kent yoksulları. güvencesiz ve güvensiz de olsa bir iş bulup çalışmaya mecburlar. her an kafalarına tonlarca ağırlıkta bir metal parçasının düşebileceğini, sadece anlık bir göz kararması, baş dönmesi sonucunda onlarca metre yükseklikten demir zemine çakılıp ölmelerinin işten bile olmadığını bilseler de, her gün büyük zorluklara rağmen mutlu olmak için çırpındıkları evlerinden çıkıp, belki de içlerinden sevdiklerini son kez gördüklerini geçirip o lanet olası tersanelere gitmek zorundalar.
beni tuzla dramıyla ilgili en çok yaralayan fotoğraflardan birinde, bir sabah, bir gün önce bir arkadaşlarının ölüme yürüdüğü tersanenin kapısının önünden, sendikanın protesto gösterisi için hazırlayıp getirdiği temsili tabutlara bir an için ürpertiyle baktıktan sonra işbaşı yapmak için yürüyüp geçen genç işçiler vardı. işte bu, acının ve öfkenin gırtlakta düğümlendiği ancak yapacak başka bir şeyin olmadığı andır. o an tam anlamıyla sözün bittiği andır.
ama bizim yapabileceğimiz çok şey var. o işçilere cesaret verebiliriz. yalnız olmadıklarını gösterebiliriz. bu koşullara boyun eğmek zorunda olmadıklarını kavramalarına yardımcı olabiliriz. örgütlenmelerini kolaylaştırabiliriz. patronlara ve hükümete baskı kurabiliriz. tuzla'ya yardım edebiliriz. tuzla'da geçmişte deri işçileri de mücadele etmişlerdi. greve çıkıp sorunlarını dile getirmişlerdi. ama ne hükümet ne de patronlar seslerini duydu. bu kez farklı olmalı. 16 haziran'da tuzla tersanelerinde işçilerin yapacağı greve destek öncekilerden daha büyük olmalı. tersane kelimesi denizcilikte hayli yol almış italyanların tersana kelimesinin ithal edilmişi. ama sanki türkçe kökenli gibi ve konjonktürü işçiler açısından anlatmaya çok elverişli. tersanede işler hep işçiler için ters gidecek değil ya, biraz da patronlar ve bu güne dek hiçbir önlem almaya yanaşmayan siyasiler ve bürokratların canı sıkılmalı. onlar için işler ters giderse, bizim için tersaneler daha yaşanılır yerler olmuş demektir. bu en azından gelecek için iyi bir başlangıç olacaktır...
ismet özel, "ben türk olduğum için üstünüm" falan mealinde bişeyler zırvalamıştı da 32. gün'de, islamcı şair ulusalcılığa mı dümen kırıyor denmişti ya hani. bu gün aslında islamcıların da milliyetçi bi damarı olduğu konusunda yazmak için 'ulu google'da bi arama yapayım dedim, "ben üstünüm çünkü türküm" yazdım, bakın google nasıl uyardı beni:))
doğan gurubu'nun akp'yi devirme ve darbe girişimlerini örtbas etme operasyonunda radikal'in özel bir rolü olduğunu biliyoruz. gazete "denizli ılımlı islam cumhuriyeti" manşetiyle 28 şubatçılığın doruklarına kadar yükselmişti. sonra okuyucu yitirmeye başladı. radikal sağa kaydıkça tirajı düştü. darbe karşıtı okurları radikali terketti. pek çoğu taraf okumaya başladı. taraf darbe girişimlerini, devlet içindeki devletçikleri, ergenekoncuları deşifre ettikçe radikal taraf karşıtlığında iyice radikalleşti. ilhan selçuk gözaltısının ardından taraf'ı önce "dinci" ardından da, hangi dine mensup dinci olduğunu şaşırmasın diye millet heralde, islamcı gazete etiketinin altına yerleştirdi. tabi, "düzmece ılımlı islam cumhuriyeti" haberlerine pirim vermeyen bir gazete olsa olsa islamcı olabilirdi! ama bunlar da yetmedi. ergenekon soruşturması kapsamında haberler yapan ve aralarında taraf'ın da olduğu gazetelerden oluşturulmuş bir kolajla "bilgi sızdırma çetesi mi var?" manşetini attı.
işin ilginç yanı, tarihin cilvesine bakın, taraf'ta ergenekon haberlerinin altında çoğunlukla imzaları olan iki gazeteci de radikal'den kovulmuşlardı! soner arıkanoğlu 40 kadar arkadaşıyla birlikte Radikal’den atılan deneyimli bir muhabirdi. bir diğer gazeteci ise radikal okurlarının susurluk döneminden beri çok iyi tanıdığı adnan keskin'di.
bilgi çetesi iması yapan radikal susurluk döneminde çok başarılı bir habercilik yapmış, eline geçen belgeleri cesaretle yayınlamıştı. ama şimdi dönem farklıydı! neyse, radikalin yine sola dümen kıracağını duyuyoruz şimdilerde. oral çalışları cumhuriyet'ten transfer etmişler. sanırım ahmet insel de yakında günlük yazılarına başlayacakmış. radikal ancak gerçek anlamda özgürlükçü ve darbe karşıtı bir tutum aldığında saygınlığını tekrar yakalayacak. ona buna, o tarafa bu tarafa saldırarak ancak benzerlerinden onlarca olan militarist, cuntacı gazeteler çöplüğünde kaybolacak.
birgün iki gündür bir haberin peşinde. 4 haziran sayısında onurkan avcı imzasını taşıyan haberin devamı 5 haziran'da bu kez imzasız olarak yapıldı. biz sondan başlayalım. efendim alkım yayınevi'nin kimi üyeleri taraf gazetesi'nin her taraf köşesinde yayımlanan şu yazıyı gerekçe göstererek kadıköy alkım kitabevi önünde toplanmışlar, devrimci değerlere saldırdıklarını düşündükleri gazeteyi kınayan bi açıklama yapmışlaaaar. sonra da alkım kitabevi'nden çıkan kimi taraf çalışanlarını taciz etmişler. haberde toplananların kaç kişi oldukları belirtilmemiş ama başka kaynaklar sayıyı 30-35 olarak veriyor.
şimdi gelelim bir gün önceki, yani 4 haziran tarihli birgün haberine. haberin girişi aynen şöyle: "İslami kesime yakınlığıyla bilinen Taraf Gazetesi"nin HerTaraf adlı sayfasında Rasim Ozan Kütahyalı adıyla, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Hrant Dink"in katillerini dolaylı yoldan fişeklediğine yönelik bir yazıya yer verilmesi çeşitli çevrelerden tepki almaya devam ediyor."
ben bu "çeşitli çevrelerden" şüpheleniyorum. siz taraf'ı islami kesime yakın olmakla itham edeceksiniz, böylece taraf'ı başından beri zaten böyle eleştiren kemalist, ulusalcı, hatta faşist çevrelerle aynı kefeye düşeceksiniz, sonra da ikinci gün, taraf çalışanlarına küfür edildi diye ekleyeceksiniz. yok bu küfürler de tepkiyle karşılandı falan diye kibarlık edeceksiniz...
taraf'ın islami kesimlere yakınlığı şüphe götürür. ahmet altan'ın, yasemin çongar'ın, neşe düzel ve murat belge'nin, ayşe hür ve yıldıray oğur'un fettullahçı olduklarını ileri sürmek paranoyak bir kemalizmdir. ama bence kendilerine "alkım kitabevi üyeleri" diyen bu düşünce ve tartışma düşmanı kemalistlerin birgün'le en azından kalbi bir ilişkileri olduğu şüphe götürmez.
birgün enternasyonalist sol'la olan mesafesini giderek ve bilinçli olarak açıyor. dileyenler mevzuat kısmında, birgün etiketi altında gazete hakkındaki önceki yorumlarımı okuyabilir. allah sonlarını hayretsin demekten başka bir şey gelmiyor insanın aklına...
bu yasağın anlamsızlığını anlatmaktan herkes hakikaten bıktı. köşe yazarları bile işi gücü bırakıp youtube'a girişin yollarını anlatmaya başladı. savcılar da işi inada bindirdiler belli ki. ama biz de yılmıyoruz işte:) tünel kazmaya benzeyen zahmetli giriş çabalarından kurtarıyoruz sizi. tek tıkla giriveriyorsunuz youtube'a. karşınıza çıkan sayfada "begin browsing" kutucuğuna tıklayıp giriveriyorsunuz youtube'a. aslında siteyi tüm yasaklı adresler için kullanabilirsiniz. arama kutusuna girmek istediğiniz adresi yazın ve begin browsing (taramayı başlat) deyin yeter! iyi seyirler.
nebil özgentürk'ün hazırladığı, 85 yıllık cumhuriyetin dönüm noktalarının insan öyküleriyle aktarıldığı "türkiye'nin hatıra defteri" belgeseli için sinan çetin'in çektiği "değerler ve yasaklar" üzerine bir kısa film. t.c. hükümetinin radyolarda türk müziğini yasakladığı yıllarda geçen hikaye, türk modernleşmesine ironik bir bakış.
ekşi'de: mutlu ol! bu bir emirdir!
viki'de: mutlu ol! bu bir emirdir!
DurDe sizi 301 kampanyası forumuna davet ediyor
Türk Ceza Yasası'nın 301. maddesinin ifade özgürlüğünün önünde çok ciddi bir engel olduğu, Türk olmayan etnisiteleri mağdur ettiği, Hrant Dink'in öldürülmesiyle ırkçılığı en uç biçimlerine taşıdığı artık tartışmaya yer bırakmayacak ölçüde bilinen bir gerçek.
Yapılan yetersiz değişikliğin ise toplumun tepesinde "Demokles'in Kılıcı" gibi sallanan 301'in olumsuz işlevini ortadan kaldırmayacağı çok açık. Örnekse, Tunceli'de, sigara yasağının başladığı ilk gün, "Savcılar bu yasak konusunda görevlerini yapmıyor" diyen 73 yaşında bir emekli öğretmene 301'den dava açıldı. Değişiklik yetmiyor. Bu maddenin yasadan bütünüyle kaldırılması gerekiyor.
Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi Haziran 2007'den beri "301 Kaldırılsın, Irkçılar Yargılansın!" başlığıyla bir kampanya yürütüyor. Bu bir yıl içinde çeşitli şehirlerde sayısız toplantı yaptık. Her fırsatta sokağa çıkarak 301. maddenin ırkçı ve yasakçı yüzünü teşhir etmeye çalıştık. Yapılan değişikliğin yetersiz olduğunu anlatmaya çalıştık.
Bu maddenin yarattığı mağduriyeti takip etmeye ve kamuoyuna taşımaya devam edeceğiz. Kampanyanın ulaştığı aşamada ise önce, 3 Haziran 2008 günü bugüne dek toplanan onbinlerce imzayı TBMM önünde milletvekillerine teslim edeceğiz. 7 Haziran günü ise İstanbul'da merkezi bir etkinlik düzenliyoruz.
Etkinlik taslak programına göre:
1. Geniş katılımlı bir tartışma forumu (301, milliyetçilik, darbe ve özgürlükler)
2. Kısa belgesel film gösterimi.
3. Kardeş Türküler'den Vedat Yıldırım ve arkadaşlarından dinleti…
yapılacak. Foruma, bugüne dek DurDe'ye destek veren, anılan çerçevede fikrini söylemek isteyen, 301'den, ırkçı iklimden, darbe tehditlerinden bunalan herkesi bekliyoruz. Sizi de aramızda görmekten mutluluk duyarız.
301'e, darbeye, çetelere, y-muhtıralara, e-muhtıralara Dur De!
1 haziran'da barış meclisi'nin çağrısı üzerine kadıköy'deydik. hrant dink cenazesinden sonra biraraya gelen en büyük kalabalık, "artık yeter, ölüm değil çözüm istiyoruz" dedi. bence 25-30 bin, bazı gazetelere göre 40-50 bin insan kürt sorununa demokratik çözüm için yürüdü. mitingde tıpkı hrant dink cenazesindeki gibi tek bir pankart ve tertip komitesinin hazırladığı tek tip dövizler taşındı.
kalabalık iyi olmasına iyiydi fakat yüzde doksana yakını kürtlerden oluşmaktaydı. kürtler bu tür eylemleri zaten sık sık yapıyor kendi illerinde. yani bu açıdan bakıldığında mitng bence amacına ulaşamadı. türklerle kürtlerin eşit ağırlıkta olduğu bir yürüyüş çok daha etkili olabilirdi. çünkü barış çağrısı esas olarak türkler arasında zemin bulduğunda büyüyecek. türkler "kardeşlerimizin demokratik talepleri yerine getirilsin, barış içinde birarada yaşayalım" demedikçe sorunun çözümü zor.
yanlış anlaşılmasın. mitingi küçümsemiyorum, eleştirmiyorum. sayıca eşit olabilmek adına daha az kürt katılsaydı keşke, haşa demiyorum. ben türkleri eleştiriyorum. türk solunu eleştiriyorum. türk solunun etkin olduğu sendika, meslek örgütü gibi kuruluşları eleştiriyorum. miting haftalar öncesinden duyurulmuşken, medyada yaygınlık kazanmış, hakkında köşe yazıları yazılmışken türk solundan bu kadar az bir katılımı nasıl açıklamalı?
tek pankarttan sözetmiştim. emin olun, pankart, flama, bayrak filan serbest olsaydı, yani sol açısında reklamasyon olanakları mevcut olsaydı katılım çok daha yüksek olurdu. parti bayrağı görünür, dostlar alışverişte görmüş olurdu. türk solunun iddialarında ciddi bir inandırıcılık sorunu olduğunun kanıtı oldu bir kez daha bu yürüyüş. neyse ama, barış meclisi açısından da iyi bir başlangıç oldu.